O zamanlar devletin elinde şimdinin imkânları yok. Şüpheli veya sakıncalı listeleri oluşturmak için çok çalışmak gerekiyor. Öyle teknik takip falan nerdeee… Bildiğin takip. Görevli; şüphelinin peşinde yağmur çamur demeden, sıcak soğuk demeden adım adım takip eder, notlar falan tutar, rapor haline getirirdi.
Şimdinin gizli tanıkları da yok o zamanlar. Olsun olsun komşusunu, mesai arkadaşını, öğrencisini, öğretmenini ihbar eden sayın muhbir vatandaş veya mahallenin mobese kamerası gibi esnafı…
Bu yüzden eldeki şüpheli veya sakıncalı lisesi kıymetli olurdu. Bir gözaltı veya tutuklama operasyonu yapılacaksa hep aynı liste kullanılırdı. Listeye girmiş aynı kişiler toplanırdı.
12 Eylül’ün sıcak günleri… Muhtemelen 1981 senesi. Okul kantininde arkadaşlarla oturuyoruz. Epeydir göremediğimiz bir arkadaşımız çıka geldi. Birkaç aydır gözaltındaydı. Şüpheliler veya sakıncalılar listesinde yer aldığı için kapısı zaman zaman çalınanlardan biriydi.
Geçmiş olsun dileklerimizden sonra, sohbet ederken: “Evde ekmek bıçağını ekmek kutusunda tutuyorum.” demişti. Yani yine kapısı çalınırsa, evinde yapılacak aramada, ekmek bıçağını salonda veya çalışma masasının üzerinde bulurlarsa “silah muamelesi yapmasınlar” diyeydi.
Sokaktaki bir aramada üzeninizden çıkan kocaman ekmek bıçağının “silah” olarak soruşturmaya konu olması doğal olabilir. Hatta salonda sehpanın üzerinde duran ekmek bıçağının da. “Kahvaltımı salonda yapmıştım. Unutmuşum…” gibi açıklamalarla inandırıcı olamayabilirsiniz.
Ama ekmek bıçağı mutfakta, ekmek kutusunda, ekmeğin üzerinde ise 12 Eylül rejimi “salondaydı” diye silah muamelesi yapmıyormuş. Hatta bıçağı kendisi getirip, salona bırakmıyormuş. Hatta ortada hiç bıçak yokken “Bıçak vardı.” diye tutanak düzenlemiyormuş.
Hep söylerler: “12 Eylül’ün bile uyduğu kendi hukuku vardı.” diye. Ekmek kutusundaki ekmek bıçağı, bunun örneğidir.
***
Gözaltılar, yargılamalar, hapisler, idamlar, fişlemeler; işkencede, açlık grevinde, “kaçarken”, “çatışırken” ölenler; işten çıkarmalar, vatandaşlıktan çıkartmalar; kapatılan yasaklanan dergiler, dernekler, gazeteler vs. gibi bir bilançoya sahip 12 Eylül; ekmek bıçağına, ekmek bıçağı muamelesi yaptı diye aklanamaz elbette.
Ekmek bıçağı örneği; kötü olduğu tartışmasız 12 Eylül’den bile daha kötü olunabileceğini söyler.
***
12 Eylül ile ilgili son 40 yılda, tek olmasa bile en önemli kazanım, 12 Eylül’ün yargılanmasıdır. Darbeden 30 yıl sonra yargılama yolu açılınca dev bir hak arama mücadelesine dönüşen 12 Eylül Davası, eninde sonunda hesap sorulacağına dair umudu canlı tutuyor, emsal teşkil ediyor.
Bu vesileyle 12 Eylül’ün yargılama yolunu açan 2010 referandumu sürecinde “Yetmez ama evet!” diyerek katkı sağlayan her kişinin, her kurumun, her faaliyetin hakkını teslim etmek gerekiyor.
***
“Bitmeden susarsa
Bitmiş gibi türküsü
Biliyorsanız eğer
Siz sürdürünüz”
Şair Eray Canberk’in 12 Mart’ın karanlık günlerinde Denizler, Sinanlar için yazdığı “Başlayan ve Bitmeyen” şiiri 12 Eylül ile birlikte artık yeni bir kuşağın ezgisi olmuştu. Benim kulağımda Sadık Gürbüz’ün sesiyle yer etmiş.
12 Mart ile kesintiye uğrayan süreç, takip eden birkaç yıl içinde nispeten normalleşmiş; 68 kuşağı, sesini 78 kuşağına devretmişti.
78’liler kendinden öncekilerin türküsünü biliyordu ve sürdürdüler. Ama 12 Eylül ile birlikte bu kez kendi türküleri… daha bitmeden, bitmiş gibi susmuştu.
Başlayan ve bitmeyen türküler kimi zaman mırıldanarak, kimi zaman haykırarak hep sürdü, hep sürecek.
“Yılgıya karşı umut
Ölüme karşı yaşam
Savaşa karşı barış
Geceye karşı gündüz
İlkyazlarda açmayan
Soldu sanılan çiçek
Emeğin yağmuruyla
Yeşerecekmiş her güz”
***
Başlayan ve bitmeyen bir konu daha var tabii...
12 Eylül’ün kendisi.
(*) Bu yazı ilk kez 11.Eylül.2020 tarihinde, ahvalnews.com sitesinde yayınlanmıştır
Şimdinin gizli tanıkları da yok o zamanlar. Olsun olsun komşusunu, mesai arkadaşını, öğrencisini, öğretmenini ihbar eden sayın muhbir vatandaş veya mahallenin mobese kamerası gibi esnafı…
Bu yüzden eldeki şüpheli veya sakıncalı lisesi kıymetli olurdu. Bir gözaltı veya tutuklama operasyonu yapılacaksa hep aynı liste kullanılırdı. Listeye girmiş aynı kişiler toplanırdı.
12 Eylül’ün sıcak günleri… Muhtemelen 1981 senesi. Okul kantininde arkadaşlarla oturuyoruz. Epeydir göremediğimiz bir arkadaşımız çıka geldi. Birkaç aydır gözaltındaydı. Şüpheliler veya sakıncalılar listesinde yer aldığı için kapısı zaman zaman çalınanlardan biriydi.
Geçmiş olsun dileklerimizden sonra, sohbet ederken: “Evde ekmek bıçağını ekmek kutusunda tutuyorum.” demişti. Yani yine kapısı çalınırsa, evinde yapılacak aramada, ekmek bıçağını salonda veya çalışma masasının üzerinde bulurlarsa “silah muamelesi yapmasınlar” diyeydi.
Sokaktaki bir aramada üzeninizden çıkan kocaman ekmek bıçağının “silah” olarak soruşturmaya konu olması doğal olabilir. Hatta salonda sehpanın üzerinde duran ekmek bıçağının da. “Kahvaltımı salonda yapmıştım. Unutmuşum…” gibi açıklamalarla inandırıcı olamayabilirsiniz.
Ama ekmek bıçağı mutfakta, ekmek kutusunda, ekmeğin üzerinde ise 12 Eylül rejimi “salondaydı” diye silah muamelesi yapmıyormuş. Hatta bıçağı kendisi getirip, salona bırakmıyormuş. Hatta ortada hiç bıçak yokken “Bıçak vardı.” diye tutanak düzenlemiyormuş.
Hep söylerler: “12 Eylül’ün bile uyduğu kendi hukuku vardı.” diye. Ekmek kutusundaki ekmek bıçağı, bunun örneğidir.
***
Gözaltılar, yargılamalar, hapisler, idamlar, fişlemeler; işkencede, açlık grevinde, “kaçarken”, “çatışırken” ölenler; işten çıkarmalar, vatandaşlıktan çıkartmalar; kapatılan yasaklanan dergiler, dernekler, gazeteler vs. gibi bir bilançoya sahip 12 Eylül; ekmek bıçağına, ekmek bıçağı muamelesi yaptı diye aklanamaz elbette.
Ekmek bıçağı örneği; kötü olduğu tartışmasız 12 Eylül’den bile daha kötü olunabileceğini söyler.
***
12 Eylül ile ilgili son 40 yılda, tek olmasa bile en önemli kazanım, 12 Eylül’ün yargılanmasıdır. Darbeden 30 yıl sonra yargılama yolu açılınca dev bir hak arama mücadelesine dönüşen 12 Eylül Davası, eninde sonunda hesap sorulacağına dair umudu canlı tutuyor, emsal teşkil ediyor.
Bu vesileyle 12 Eylül’ün yargılama yolunu açan 2010 referandumu sürecinde “Yetmez ama evet!” diyerek katkı sağlayan her kişinin, her kurumun, her faaliyetin hakkını teslim etmek gerekiyor.
***
“Bitmeden susarsa
Bitmiş gibi türküsü
Biliyorsanız eğer
Siz sürdürünüz”
Şair Eray Canberk’in 12 Mart’ın karanlık günlerinde Denizler, Sinanlar için yazdığı “Başlayan ve Bitmeyen” şiiri 12 Eylül ile birlikte artık yeni bir kuşağın ezgisi olmuştu. Benim kulağımda Sadık Gürbüz’ün sesiyle yer etmiş.
12 Mart ile kesintiye uğrayan süreç, takip eden birkaç yıl içinde nispeten normalleşmiş; 68 kuşağı, sesini 78 kuşağına devretmişti.
78’liler kendinden öncekilerin türküsünü biliyordu ve sürdürdüler. Ama 12 Eylül ile birlikte bu kez kendi türküleri… daha bitmeden, bitmiş gibi susmuştu.
Başlayan ve bitmeyen türküler kimi zaman mırıldanarak, kimi zaman haykırarak hep sürdü, hep sürecek.
“Yılgıya karşı umut
Ölüme karşı yaşam
Savaşa karşı barış
Geceye karşı gündüz
İlkyazlarda açmayan
Soldu sanılan çiçek
Emeğin yağmuruyla
Yeşerecekmiş her güz”
***
Başlayan ve bitmeyen bir konu daha var tabii...
12 Eylül’ün kendisi.
(*) Bu yazı ilk kez 11.Eylül.2020 tarihinde, ahvalnews.com sitesinde yayınlanmıştır