Muğla, Milas Akbelen Ormanı, yıllardır her yönüyle tartışmalı bir madencilik etkinliği nedeniyle günlerdir kamuoyunu meşgul ediyor. Böyle dediğime bakmayın, aslında kamuoyunun, yazılı ve görse medyanın hatta başta ana muhalefet partisi olmak üzere muhalefetin, Akbelen’e ciddi bir ilgisinin olduğunu söylemek olanaklı değil. Buna da şaşmamak gerek.
Türkiye Cumhuriyeti, 2002 yılından beri, çağlar boyunca, bazı hallerde insanoğlunun çok ağır bedeller ödeyerek öğrendiği, insanın yararına, çağdaş hiç bir değer dikkate alınmaksızın yönetiliyor. Bu yönetim zihniyetinin ilk ilkesi, Türkiye’nin “dar-ül harp-savaş alanı” olduğudur. O alandaki, topraklardaki her şey ganimettir. Buna doğa ve doğanın tüm değerleri de dâhildir.
Bugünkü yönetimin ikinci ilkesi; Cumhuriyet’in tüm kazanımlarının yok edilmesidir. Buna ülkenin tarımda, hayvancılıkta kendi kendine yeter hale gelmesini sağlayan her varlık -devlet üretme çiftlikleri, tarım kredi kooperatifleri; Et ve Balık Kurumu; kuruluş amacına uygun çalışan Ziraat Bankası, vb- dâhildir.
Bu ganimet zihniyetidir ki, 20 yıl gibi kısacık bir dönemde ormanlara, sulak alanlara, denizlere, meralara o tarihe kadar görülmedik ölçüde zarar vermiştir. Bunun sonunda da tarım, hayvancılık, balıkçılık neredeyse çökmüş, Türkiye eti, balığı mercimeği bile ithal eder duruma gelmiştir.
Gezi Direnişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini yok eden doğa düşmanlarına karşı ilk, güçlü ve anlamı başkaldırıdır. Akbelen bu açıdan Gezi’ni devamıdır.
Böyle olduğunu yönetim bile anladığı için, polisi, jandarmayı, ağacını korumaya çalışan 90 yaşına merdiven dayamış ninelerin, dedelerin; ağaçları korumaya çalışan o nineleri, dedeleri savunmak için Akbelen Ormanına giden gencecik kızların, kadınların, erkeklerin üzerine sürmektedir.
Burada hemen bir parantez açayım. Akbelen’de karşı karşıya gelen, devletle millet değildir çünkü devlet, millet ve ülke’den oluşur. Hükümet yani yönetim/iktidar, devletin, “olmazsa, olmaz” unsuru değildir. Ülke ve millet olmazsa devlet olmaz ama hükümet olmazsa, devlet devam eder. Akbelen’de karşı karşıya gelen, milletle hükümettir. Jandarma, polis, devletin kolluk güçleridir. Hükümetin değil. Kanunsuz emri yerine getirmeleri suçtur. Milletin ve ülkenin tüm unsurlarının canından, malından, güvenliğinden sorumlu bu iki gücü, millete ve ülkeye zarar verecek içimde kullanmak, kullanılmasına izin vermek de suçtur. İtiraf etmeliyim ki yıllardır doğanın ve yaban hayatının korunması için Türkiye’nin her karış toprağında, suyunda, denizinde birlikte çalıştığım Jandarma’nın, polisin, Akbelen’deki tutumu beni çok rahatsız etti. Bu jandarma ve polis, benim tanıdığım, bildiğim; birlikte zaman zaman hayatımızı tehlikeye atarak doğa için çaba gösterdiğim, Cumhuriyet jandarması, polisi değil. Çok ama çok üzücü.
Son 20 yıldır ülkenin doğasına böylesine büyük ve kalıcı zarar veren bu yönetim zihniyeti ve yaklaşımı, başlı başına vahim bir durum. Yönetim zihniyetinden daha vahim olan ise, yapılanların doğrudan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hatta tüm insanoğlunun geleceğine olumsuz etkileridir.
Doğa bir bütündür ve bu bütün, en küçük böceğinden, otundan, en büyük memelisine, ağacına kadar, birbirine ayrılmaz biçimde bağlı; inanılmaz bir hassasiyetle çalışan canlı bir sistemdir. Bu sisteme her türlü müdahalenin, her zaman mutlaka bir sonucu vardır. Doğada insanoğlu dışındaki tüm canlıların, doğaya müdahalesi, doğanın onlar için çizdiği çizgiler ve sınırların içinde kalır. Bu nedene de “ekolojik denge-çevre dengesi” dediğimiz o muhteşem denge hiç bozulmaz. Dengeyi bozan tek canlı, insandır.
Türkiye’nin enerji gereksiniminin, başka yöntemlerle de kolayca üretilebilecek, sadece yüzde 2.5 kadarını karşılayan iki santral için Akbelen Ormanı’ndan binlerce ağacın kesilerek, arazinin, belki asırlar boyu bir daha eski haline gelemeyecek biçimde tahrip edilmesi, üst üste gelen ve kaç kez yürütmeyi durdurma kararlarına neden olan bilirkişi raporlarının da açıkça ifade ettiği gibi, hayvanıyla, bitkisiyle, yağmuruyla, güneşiyle, gölgesiyle -hepsinin sistemde yeri ve görevi vardır-bir ekosistemi çökertecek bir müdahaledir. Bu müdahalenin, sadece Akbelen Ormanı’nda değil çok uzaklarda bile, yerüstü ve yeraltı su rejimini değiştirmesi; bitki örtüsü ile hayvan türlerine ve popülasyonlarına çok olumsuz etkiler yapması, bunların da tarımı, hayvancığı derinden zarara uğratması kaçınılmazdır. Bu gelişmeler, sadece yörede yaşayanları değil, yakın çevredeki insan topluluklarını da mutlaka olumsuz etkileyecektir.
Demem odur ki, Akbelen Ormanı, sadece çarpık, çağdışı, ülkeye ve millete zarar veren bir yönetim zihniyetinin değil, kendi sonunu hazırlayan insan davranışının da aynasıdır. Ve insan kendisinin doğanın en akıllı yaratığı olduğunu, doğadaki her şeyin insan için olduğunu düşünecek kadar da aptaldır. Ört ki ölem!
Türkiye Cumhuriyeti, 2002 yılından beri, çağlar boyunca, bazı hallerde insanoğlunun çok ağır bedeller ödeyerek öğrendiği, insanın yararına, çağdaş hiç bir değer dikkate alınmaksızın yönetiliyor. Bu yönetim zihniyetinin ilk ilkesi, Türkiye’nin “dar-ül harp-savaş alanı” olduğudur. O alandaki, topraklardaki her şey ganimettir. Buna doğa ve doğanın tüm değerleri de dâhildir.
Bugünkü yönetimin ikinci ilkesi; Cumhuriyet’in tüm kazanımlarının yok edilmesidir. Buna ülkenin tarımda, hayvancılıkta kendi kendine yeter hale gelmesini sağlayan her varlık -devlet üretme çiftlikleri, tarım kredi kooperatifleri; Et ve Balık Kurumu; kuruluş amacına uygun çalışan Ziraat Bankası, vb- dâhildir.
Bu ganimet zihniyetidir ki, 20 yıl gibi kısacık bir dönemde ormanlara, sulak alanlara, denizlere, meralara o tarihe kadar görülmedik ölçüde zarar vermiştir. Bunun sonunda da tarım, hayvancılık, balıkçılık neredeyse çökmüş, Türkiye eti, balığı mercimeği bile ithal eder duruma gelmiştir.
Gezi Direnişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini yok eden doğa düşmanlarına karşı ilk, güçlü ve anlamı başkaldırıdır. Akbelen bu açıdan Gezi’ni devamıdır.
Böyle olduğunu yönetim bile anladığı için, polisi, jandarmayı, ağacını korumaya çalışan 90 yaşına merdiven dayamış ninelerin, dedelerin; ağaçları korumaya çalışan o nineleri, dedeleri savunmak için Akbelen Ormanına giden gencecik kızların, kadınların, erkeklerin üzerine sürmektedir.
Burada hemen bir parantez açayım. Akbelen’de karşı karşıya gelen, devletle millet değildir çünkü devlet, millet ve ülke’den oluşur. Hükümet yani yönetim/iktidar, devletin, “olmazsa, olmaz” unsuru değildir. Ülke ve millet olmazsa devlet olmaz ama hükümet olmazsa, devlet devam eder. Akbelen’de karşı karşıya gelen, milletle hükümettir. Jandarma, polis, devletin kolluk güçleridir. Hükümetin değil. Kanunsuz emri yerine getirmeleri suçtur. Milletin ve ülkenin tüm unsurlarının canından, malından, güvenliğinden sorumlu bu iki gücü, millete ve ülkeye zarar verecek içimde kullanmak, kullanılmasına izin vermek de suçtur. İtiraf etmeliyim ki yıllardır doğanın ve yaban hayatının korunması için Türkiye’nin her karış toprağında, suyunda, denizinde birlikte çalıştığım Jandarma’nın, polisin, Akbelen’deki tutumu beni çok rahatsız etti. Bu jandarma ve polis, benim tanıdığım, bildiğim; birlikte zaman zaman hayatımızı tehlikeye atarak doğa için çaba gösterdiğim, Cumhuriyet jandarması, polisi değil. Çok ama çok üzücü.
Son 20 yıldır ülkenin doğasına böylesine büyük ve kalıcı zarar veren bu yönetim zihniyeti ve yaklaşımı, başlı başına vahim bir durum. Yönetim zihniyetinden daha vahim olan ise, yapılanların doğrudan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hatta tüm insanoğlunun geleceğine olumsuz etkileridir.
Doğa bir bütündür ve bu bütün, en küçük böceğinden, otundan, en büyük memelisine, ağacına kadar, birbirine ayrılmaz biçimde bağlı; inanılmaz bir hassasiyetle çalışan canlı bir sistemdir. Bu sisteme her türlü müdahalenin, her zaman mutlaka bir sonucu vardır. Doğada insanoğlu dışındaki tüm canlıların, doğaya müdahalesi, doğanın onlar için çizdiği çizgiler ve sınırların içinde kalır. Bu nedene de “ekolojik denge-çevre dengesi” dediğimiz o muhteşem denge hiç bozulmaz. Dengeyi bozan tek canlı, insandır.
Türkiye’nin enerji gereksiniminin, başka yöntemlerle de kolayca üretilebilecek, sadece yüzde 2.5 kadarını karşılayan iki santral için Akbelen Ormanı’ndan binlerce ağacın kesilerek, arazinin, belki asırlar boyu bir daha eski haline gelemeyecek biçimde tahrip edilmesi, üst üste gelen ve kaç kez yürütmeyi durdurma kararlarına neden olan bilirkişi raporlarının da açıkça ifade ettiği gibi, hayvanıyla, bitkisiyle, yağmuruyla, güneşiyle, gölgesiyle -hepsinin sistemde yeri ve görevi vardır-bir ekosistemi çökertecek bir müdahaledir. Bu müdahalenin, sadece Akbelen Ormanı’nda değil çok uzaklarda bile, yerüstü ve yeraltı su rejimini değiştirmesi; bitki örtüsü ile hayvan türlerine ve popülasyonlarına çok olumsuz etkiler yapması, bunların da tarımı, hayvancığı derinden zarara uğratması kaçınılmazdır. Bu gelişmeler, sadece yörede yaşayanları değil, yakın çevredeki insan topluluklarını da mutlaka olumsuz etkileyecektir.
Demem odur ki, Akbelen Ormanı, sadece çarpık, çağdışı, ülkeye ve millete zarar veren bir yönetim zihniyetinin değil, kendi sonunu hazırlayan insan davranışının da aynasıdır. Ve insan kendisinin doğanın en akıllı yaratığı olduğunu, doğadaki her şeyin insan için olduğunu düşünecek kadar da aptaldır. Ört ki ölem!