Hazır havalar soğumaya başladı. Beklenmeyen şekilde ansızın kış ortasına kadar sarkan güneşin esintisi, nispeten azaldı ve artık birkaç gündür hatta hafta sonuna doğru sulu kar ile karışık olarak İstanbul semâlarında göründü.
Eskinin odun sobaları, gaz bunamayan zamanlarda gaz sobası kullananların üşüdüğü ve birde evleri üst kat ise damdan sızan suların şerbetini içiverdi aileler.
Birde eskinin cumbalı, tahta olduğu için faresi, böceği bol ziyaretçili evleri vardı. Artık onlardan da kalmadı. Yeşilçam Sinemamızın unutulmaz karakteri Münir Özkul’u, sadece Rıfat Ilgaz’n, Hababam serisinden, Mahmut Hoca karakteri, değildi bize sevdiren. Elbette güçlü birçok karakterdi de, çünkü hiç basın kartı olmayan ve ölümüne yakın kendisine tahsis edilen usta Rıfat Ilgaz’ın yüreğinin sesiydi.
Bu vesile ile başta baş öğretmenimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve tüm eğitim şehitlerimiz olmak üzere hayat yolculuğumuzda, ilk öğretmenlerimiz anne ve babalarımızdan başlayarak eğitim ve öğretim hayatına can, damar, kan olan cengaverler, eğitim ateşlerinin günleri kutlu olsun!
Bizim ülkemizde yürek sesleri pek duyulmaz. Davulun sesi de pek bir uzaktan duyuluverir, hep.
Evet, Münir Özkul’u, Fabrikatör yani gücü elinde bulunduran sermayeye karşı, benim onurum var diye işçi baba olarak gördük. Evlerin, yıkılmaması için dimdik ayakta duran.
Bize yuva oluveren, dışı limon sarısı olsa da bana hep onun dizinin dibinden demlendiği ve birbirlerine kol, kanat oldukları hatta okudukça kendisinin Nazım’ın yer yer delişmen hallerine nazikçe babalık eden değerli bir diğer ustamız, Orhan Kemal’den bahsediyorum.
Bursa Cezaevi, dokumalar, ranzalar ve tavşan.
Şifre değil aman yanlış anlaşılmasın. Sevgili Işık Ağabeyin, yıllardır çabaları sonrası ortaya çıkan eserlerden bulabilirsiniz. Meselâ tavşan çok önemlidir.
Herkes için koca Nazım Hikmet’i, hapishanede çalışarak kazandıkları sonrasında çarşıdan tavşan almayı düşünebilen incelik ve de duyarlılık sarmalı ile mutlu edebilen tek kişi, Orhan Kemal’dir.
Bütün Orhan’lar güzel olur, demiştim. Orhan Kemal’in oğlu Işık Ağabey’e de, kendimin onuru ile çünkü benim babamın da ismi, Orhan.
Ağır başlı ama içinde fırtınaları ustaca harmanlayan, Orhan’lar.
Evler, yuvalar ve sıcaklıklar, dedikte. Orhan Kemal Edebiyat ödülleri töreninin birinde Işık Öğütçü’nün, babasının yazı yazdığı cumbalı evin köşesi, bayram, çikolata ve fare ile imtihanlarını anımsayıverdim.
Cibâli deyiverince, ansızın o sokak ve 2 Haziran tarihinde, bazen yürüyerek gittiğim o güzel evinin sokağına son gidişimde, henüz kimseler gelmemişken, kapı kendi kendine kımıldadı. Sesin gıcırtısını duydum ama kapı açık değil. İki kez baktım, dokunmaya korktum ama sesi duydum.
Orhan Kemal, Hoş geldin, dedi.
Hoş geldiniz!
Birazdan tüm yazarlar sendikası, kitapseverler, okuyucular ve Orhan Kemal ustalarına saygıda kusur etmeyenlere…
Ve yavaş yavaş saman sarısı olmasa da limon sarısı hâli ile duruveren evinin önü tam kalabalık ile konuşmaya başlamışlardı ki inşaat arabaları, çimento taşımaya ve tozu dumana katmaya devam ettiler. DNA(DerinNitelikliAydın) Youtube kanalımda hepsi kayıtlı, izleyebilirsiniz. Orhan Kemal Müze Evinden gelip, ellerinde eserlerinden pasaj okuyanlar elbette okuyamadı.
Kaldırım ile eşik arasında bir ileri, iki geri dönüp durduk hepimiz, daracık sokağa sığamadık.
Sığdıramadılar.
Maalesef ki hayatlarımız, mehter marşı gibi iki ileri bir geri yerinde saymakla geçmekte. Geçtiğimiz günlerde ana başlık olarak haberi gördüm, Işık Öğütçü açıklaması dışında yazı okumadım da.
Beni bilenler bilir, ben salt kendi bakış açım ve gözlemlerim ile önce yazımı tamamlarım. Eğer ilave edilmesi gereken varsa da eklerim.
Orhan Kemal’in Adana’dan geçim nedeni ile göç ettikleri ve eserlerini ürettiği evi, şimdi satışa çıkarılıyormuş!
Nedenini sormak yerine;
Niçin bu kadar sözde “kültür elçisi” varken zamanında “Sahip çıkılamadığına” değinmek ve üstüne parmak basmak lâzım.
Çünkü o kadar yozlaştık. O kadar her şeyi itibarsız hale getirdik ki, ellerindekinin kıymetini gaz lambasının yahut mum ışığının dinginliğine değil de avizeli şaşaya tamah ettirenlerin dünyasında, kişisel tatminlerin doyumsuz arsızlığında, zamanın içinde yutup gittiler, Orhan Kemal’i de.
Ne oldu peki, onca çaba.
Ödüller, sevdalıların çabaları ile etkinlikler. Sokağının hemen bitiminde sırf bu yüzden açılan cafe.
Orhan Kemal Evi, şimdi restore edildikten sonra seksenli yılların sonlarına doğru Çelik Gülersoy tarafından Gülhâne yanı, “Soğuk Çeşme sokağı” yanındaki binalar gibi terfi edilen sokağın mimarı oldu fakat satışta!
Satmak kolay, kazanmak zor çünkü!
Orhan Kemal, Nâzım Hikmet, Tavşan, Bursa ve Edebiyat!
Şiir…
Her şeyi kaybediyoruz.
Öz, denilenin ne olduğunu da, işin kötüsü daha da unutarak.
Oysa Cihangir’de ki müzenin kapısından girince karşınızda bir karikatür çıkar. O karikatür her şeyi anlatıyor.
Var ol, usta Turhan Selçuk!
O büyükler, öyle işler yaptılar ki bugün bile dönüp baksanız. Toplum nabzını net okuyabilen, insana dair ama insanca oluşumları hep var etmiş olduklarını bulursunuz.
Dolayısı ile yoruluyoruz. Çünkü,
Biz, değer bilmeyiz!
Defalarca müze olması için uğraşılan ama bir türlü oldurulamayan evin bedeli 10 Milyon lira!
Evi, hem de doğduğu yer/ mekân olarak oğlu almak istediği halde verilmeyip başkaları tarafından üzerine ilân konulduğunu, duymak. Birde babasının mirasını en ince ayrıntısına kadar kitlelere, sevenlerine ulaştırmaya çalışan bir yürek.
Hâlâ didiniyor ve
O ev emlâkçıda!
Düşünebiliyor musunuz?
Dünya da başka bir yerde olsa başına taç, anıt, kaldırımlara duvar kenarlarına sözleri nakşedilebilir ama yapılmıyor çünkü yapılamıyor.
İşin kolayıdır yıkmak ama kazanmak en zoru.
Ne Orhan Kemal bir daha dünyaya gelecek ne de onun ne zorlukla eserlerini ürettiği emektar evi.
Evinin basamakları, duvarları.
Kaç gözyaşı ya da kaç mutluluk, birer yağlı boya gibi akıvermiştir duvarlardan zaman telvesinde kim bilir?
Demlenen kıymeti bilinmedikten sonra belki bir eskicinin mezatına yâr olana dek!
Ne Nâzım’ı, Ne Orhan Kemal’i Ne Ahmet Arif’i anladık tam olarak.
Gelin görün ki hepsinin gidişi bir Haziran’dır. Hem de aynı zamanlama ile peş peşe.
Hikmetinden suâl olunmaz, Doğa’nın ve Doğa, eninde sonunda cevabını verecektir.
Kaleminin selamı ile ustam.
Bir adaşının evinden.
EMEL SEÇEN
Eskinin odun sobaları, gaz bunamayan zamanlarda gaz sobası kullananların üşüdüğü ve birde evleri üst kat ise damdan sızan suların şerbetini içiverdi aileler.
Birde eskinin cumbalı, tahta olduğu için faresi, böceği bol ziyaretçili evleri vardı. Artık onlardan da kalmadı. Yeşilçam Sinemamızın unutulmaz karakteri Münir Özkul’u, sadece Rıfat Ilgaz’n, Hababam serisinden, Mahmut Hoca karakteri, değildi bize sevdiren. Elbette güçlü birçok karakterdi de, çünkü hiç basın kartı olmayan ve ölümüne yakın kendisine tahsis edilen usta Rıfat Ilgaz’ın yüreğinin sesiydi.
Bu vesile ile başta baş öğretmenimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve tüm eğitim şehitlerimiz olmak üzere hayat yolculuğumuzda, ilk öğretmenlerimiz anne ve babalarımızdan başlayarak eğitim ve öğretim hayatına can, damar, kan olan cengaverler, eğitim ateşlerinin günleri kutlu olsun!
Bizim ülkemizde yürek sesleri pek duyulmaz. Davulun sesi de pek bir uzaktan duyuluverir, hep.
Evet, Münir Özkul’u, Fabrikatör yani gücü elinde bulunduran sermayeye karşı, benim onurum var diye işçi baba olarak gördük. Evlerin, yıkılmaması için dimdik ayakta duran.
EVLER
Bize yuva oluveren, dışı limon sarısı olsa da bana hep onun dizinin dibinden demlendiği ve birbirlerine kol, kanat oldukları hatta okudukça kendisinin Nazım’ın yer yer delişmen hallerine nazikçe babalık eden değerli bir diğer ustamız, Orhan Kemal’den bahsediyorum.
Bursa Cezaevi, dokumalar, ranzalar ve tavşan.
Şifre değil aman yanlış anlaşılmasın. Sevgili Işık Ağabeyin, yıllardır çabaları sonrası ortaya çıkan eserlerden bulabilirsiniz. Meselâ tavşan çok önemlidir.
Herkes için koca Nazım Hikmet’i, hapishanede çalışarak kazandıkları sonrasında çarşıdan tavşan almayı düşünebilen incelik ve de duyarlılık sarmalı ile mutlu edebilen tek kişi, Orhan Kemal’dir.
Bütün Orhan’lar güzel olur, demiştim. Orhan Kemal’in oğlu Işık Ağabey’e de, kendimin onuru ile çünkü benim babamın da ismi, Orhan.
Ağır başlı ama içinde fırtınaları ustaca harmanlayan, Orhan’lar.
ORHAN KEMAL EVİ
Evler, yuvalar ve sıcaklıklar, dedikte. Orhan Kemal Edebiyat ödülleri töreninin birinde Işık Öğütçü’nün, babasının yazı yazdığı cumbalı evin köşesi, bayram, çikolata ve fare ile imtihanlarını anımsayıverdim.
Cibâli deyiverince, ansızın o sokak ve 2 Haziran tarihinde, bazen yürüyerek gittiğim o güzel evinin sokağına son gidişimde, henüz kimseler gelmemişken, kapı kendi kendine kımıldadı. Sesin gıcırtısını duydum ama kapı açık değil. İki kez baktım, dokunmaya korktum ama sesi duydum.
Orhan Kemal, Hoş geldin, dedi.
Hoş geldiniz!
Birazdan tüm yazarlar sendikası, kitapseverler, okuyucular ve Orhan Kemal ustalarına saygıda kusur etmeyenlere…
Ve yavaş yavaş saman sarısı olmasa da limon sarısı hâli ile duruveren evinin önü tam kalabalık ile konuşmaya başlamışlardı ki inşaat arabaları, çimento taşımaya ve tozu dumana katmaya devam ettiler. DNA(DerinNitelikliAydın) Youtube kanalımda hepsi kayıtlı, izleyebilirsiniz. Orhan Kemal Müze Evinden gelip, ellerinde eserlerinden pasaj okuyanlar elbette okuyamadı.
Kaldırım ile eşik arasında bir ileri, iki geri dönüp durduk hepimiz, daracık sokağa sığamadık.
Sığdıramadılar.
Maalesef ki hayatlarımız, mehter marşı gibi iki ileri bir geri yerinde saymakla geçmekte. Geçtiğimiz günlerde ana başlık olarak haberi gördüm, Işık Öğütçü açıklaması dışında yazı okumadım da.
Beni bilenler bilir, ben salt kendi bakış açım ve gözlemlerim ile önce yazımı tamamlarım. Eğer ilave edilmesi gereken varsa da eklerim.
Orhan Kemal’in Adana’dan geçim nedeni ile göç ettikleri ve eserlerini ürettiği evi, şimdi satışa çıkarılıyormuş!
Nedenini sormak yerine;
Niçin bu kadar sözde “kültür elçisi” varken zamanında “Sahip çıkılamadığına” değinmek ve üstüne parmak basmak lâzım.
Çünkü o kadar yozlaştık. O kadar her şeyi itibarsız hale getirdik ki, ellerindekinin kıymetini gaz lambasının yahut mum ışığının dinginliğine değil de avizeli şaşaya tamah ettirenlerin dünyasında, kişisel tatminlerin doyumsuz arsızlığında, zamanın içinde yutup gittiler, Orhan Kemal’i de.
Ne oldu peki, onca çaba.
Ödüller, sevdalıların çabaları ile etkinlikler. Sokağının hemen bitiminde sırf bu yüzden açılan cafe.
Orhan Kemal Evi, şimdi restore edildikten sonra seksenli yılların sonlarına doğru Çelik Gülersoy tarafından Gülhâne yanı, “Soğuk Çeşme sokağı” yanındaki binalar gibi terfi edilen sokağın mimarı oldu fakat satışta!
Satmak kolay, kazanmak zor çünkü!
Orhan Kemal, Nâzım Hikmet, Tavşan, Bursa ve Edebiyat!
Şiir…
Her şeyi kaybediyoruz.
Öz, denilenin ne olduğunu da, işin kötüsü daha da unutarak.
Oysa Cihangir’de ki müzenin kapısından girince karşınızda bir karikatür çıkar. O karikatür her şeyi anlatıyor.
Var ol, usta Turhan Selçuk!
O büyükler, öyle işler yaptılar ki bugün bile dönüp baksanız. Toplum nabzını net okuyabilen, insana dair ama insanca oluşumları hep var etmiş olduklarını bulursunuz.
Dolayısı ile yoruluyoruz. Çünkü,
Biz, değer bilmeyiz!
Defalarca müze olması için uğraşılan ama bir türlü oldurulamayan evin bedeli 10 Milyon lira!
Evi, hem de doğduğu yer/ mekân olarak oğlu almak istediği halde verilmeyip başkaları tarafından üzerine ilân konulduğunu, duymak. Birde babasının mirasını en ince ayrıntısına kadar kitlelere, sevenlerine ulaştırmaya çalışan bir yürek.
Hâlâ didiniyor ve
O ev emlâkçıda!
Düşünebiliyor musunuz?
Dünya da başka bir yerde olsa başına taç, anıt, kaldırımlara duvar kenarlarına sözleri nakşedilebilir ama yapılmıyor çünkü yapılamıyor.
İşin kolayıdır yıkmak ama kazanmak en zoru.
Ne Orhan Kemal bir daha dünyaya gelecek ne de onun ne zorlukla eserlerini ürettiği emektar evi.
Evinin basamakları, duvarları.
Kaç gözyaşı ya da kaç mutluluk, birer yağlı boya gibi akıvermiştir duvarlardan zaman telvesinde kim bilir?
Demlenen kıymeti bilinmedikten sonra belki bir eskicinin mezatına yâr olana dek!
Ne Nâzım’ı, Ne Orhan Kemal’i Ne Ahmet Arif’i anladık tam olarak.
Gelin görün ki hepsinin gidişi bir Haziran’dır. Hem de aynı zamanlama ile peş peşe.
Hikmetinden suâl olunmaz, Doğa’nın ve Doğa, eninde sonunda cevabını verecektir.
Kaleminin selamı ile ustam.
Bir adaşının evinden.
EMEL SEÇEN