Rusya-Ukrayna savaşında yeni bir evreye girildiğini gösteren gelişmeler peş peşe geliyor. Bunların en önemlisi ve dikkat çekeni, Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilmesinden sonra Batı’nın (İlke olarak NATO’nun) sergilediği tavır ve ona Rusya’nın sahadaki (Karadeniz’deki) yanıtı. Bu gelişmeler Türkiye için yaşamsal soruları ve sorunları da beraberinde getiriyor.
Rusya’nın NATO’nun genişlemesine tepkisi
Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğinin arkasından Vilnius NATO Zirvesi’nde, Türkiye’nin, İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin çekincesinin kalkacağının anlaşılmasının, Rusya’yı yeni adımlar atmaya ittiği görülüyor. Rusya’nın ilk tepkisi, Tahıl Anlaşması’ndan çekilmek oldu. Rusya’nın bu kararında, yine Batı’nın yani ABD güdümündeki NATO’nun yönlendirmesi ve teşviki ile Ukrayna’nın savaşı Rusya topraklarına hatta Moskova yakınlarına taşımasının da etkisinin olduğu kuşkusuz. Belki hala bazıları, Erdoğan’ın Putin ile görüntüdeki dostluğunu düşünerek, gelişmelerin Türkiye’ye önemli bir etkisi olmayacağını ileri sürebilirler. Bu büyük bir yanılgı olur. Nitekim oldu da.
Montrö Sözleşmesi üzerinde yeni oyun
Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilmesi, ABD’ye ve peşinden sürüklediği AB-NATO üyelerine, Ukrayna buğdayının Türk Boğazları’ndan geçip, geleneksel pazarlarına ulaşması kisvesi altında, Montreux (Montrö) Sözleşmesi’ni yine bir etkisiz kılma fırsatı vermiş olduğu görülüyor. Her ikisi de alelacele NATO ve AB üyesi yapılmış olan Bulgaristan ve Romanya’nın karasuları ve ekonomik bölgeleri ile birbirine ve nihayet Türk Boğazları’na bağlanması, bu koridorun kuzey ucunun Ukrayna karasularına açılması bu fırsatı daha da çekici kılıyor.
Nitekim Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilme kararının hemen arkasından, Ukrayna tahılının, Romanya ve Bulgaristan karasularını, oradan da Türk karasularını izleyerek Boğazlar’a ulaşması senaryosu üzerinde çalışıldığı anlaşılıyor. Ben bu senaryonun önceden hazırlandığını hatta yaşama geçirilebilmesi için Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilmesini çabuklaştıracak, kışkırtıcı eylemler yapıldığını söylemenin de çok yanlış olmayabileceğini düşünüyorum. Belki de yanılıyorumdur.
Tahıl naklinde kullanılabileceği düşünülen bu koridor, Karadeniz’deki Rus varlığının yok sayılması gibi ancak ya çok bilgisizlerin veya bir büyük savaş çıkarmaya çalışanların aklına gelebilecek bir düşüncedir. Kanımca hem uygulanması çok zor hem de Batı ile Rusya arasında büyük bir çatışmaya giden yolun ilk adımlarından birisidir.
Türkiye’yi bekleyen tehlike.
Nitekim bu senaryonun eyleme geçirilmesi halinde Rusya’nın nasıl bir tutum alacağı, Rus donanmasının, Palau bandıralı, sahibi Türk “Şükrü Okan” kuru yük gemisini silah zoruyla durdurması ve gemiye girerek, arama yapması ile açıklığa kavuşmuş olmak gerekir. Rusya, “Karadeniz’de benim istemediğim işler yapılamaz.” mesajını açıkça vermiştir.
Batı’nın, üyesi olduğumuz NATO’nun bu senaryoyu uygulamakta direnmesi, öncelikle Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açacaktır. Boğazlar’da denetim mutlak yetkisini, Tahıl Anlaşması çerçevesinde BM ile paylaşarak, ciddi bir hata yapmış olan Türkiye, ortada bu örnek de dururken, Rusya’nın Boğaz trafiğini Türk Boğazları dışında, Karadeniz’de bizzat denetlemesine karşı çıkması kolay değildir. Rusya’nın “Şükrü Okan” gemisine müdahalesi Türkiye’ye bir mesajı da vermekte, Batı’nın peşinden gitmesinin olası sonuçları konusunda uyarmaktadır. Bu yabana atılacak bir uyarı değildir.
Türkiye’nin içine düştüğü açmaz.
Hep yazıp, söylüyorum. Montrö Sözleşmesi, Türkiye’nin istemediği bir savaşa girmesini önleyen çok etkili bir araçtır. Batı’nın (ABD’nin), Tahıl Anlaşması veya benzeri başka düzenlemeleri bahane ederek, Montrö Sözleşmesi’ni etkisiz kılma çabaları Türkiye’yi, hiç beklemediği bir anda, en azından Karadeniz’de Rusya ile karşı karşıya getirebilir. Diğer taraftan Montrö Sözleşmesi bugün en az Türkiye kadar, belki daha da çok Rusya’nın güvenliği için önem kazanmıştır. Bu nedenle Rusya’nın, Montrö Sözleşmesi’nin hangi nedenle olursa olsun, yürürlükten kalkmasını, etkisiz hale gelmesini bütün gücüyle engellemeye çalışmasını beklemek doğru olur. Bu gerçek, Rusya’nın, Batı ile birlikte hareket etmemesi için Türkiye’yi, her olanaktan yararlanarak baskı altına almaya çalışması ile sonuçlanabilir. Bu, özellikle bugün içinde bulunduğu iç ve dış siyasi koşullar ve nihayet ekonomik durumu nedeniyle Türkiye’nin kolayca karşılayabileceği bir baskı olmayacaktır.
Rusya karşısında durum budur da Türkiye’nin, AKP iktidarı ve Erdoğan’ın konumu nedeniyle, Batı karşısında da elinin güçlü olmadığı görülüyor. Kısacası, eskilerin tabiriyle, “iki ucu pis değnek!”
Peki Türkiye’nin yanında kimse yok mu? Var tabii.
İyi şeyler de oluyor!
Geçtiğimiz hafta sonu Budapeşte'de yapılan, Dünya Atletizm Şampiyonası törenlerine hiçbir Batılı lider katılmazken, Erdoğan'ın yanı sıra Azerbaycan lideri İlham Aliyev, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad El San, Sırbistan lideri Aleksandar Vucic, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov ve Türkmenistan lideri Serdar Berdimuhamedov da katılmışlar. Basına yansıdığı kadarıyla Türkiye ve Macaristan, Erdoğan’ın bu yıl Aralık ayında Macaristan’a yapacağı resmi ziyaret sırasında, iki ülke arasındaki 'stratejik ortaklığı!' derinleştireceklerini ilan edeceklermiş.
Burnumuzun dibinde ortaya çıkan ve bizi istemediğimiz bir savaşa sürükleyebilecek hatta III. Dünya Savaşı’na kadar varabilecek gelişmeleri okuyup, endişelenirken, Budapeşte’den gelen bu haberleri görünce eminim içiniz rahatlamıştır!
Rusya’nın NATO’nun genişlemesine tepkisi
Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğinin arkasından Vilnius NATO Zirvesi’nde, Türkiye’nin, İsveç’in NATO üyeliğine ilişkin çekincesinin kalkacağının anlaşılmasının, Rusya’yı yeni adımlar atmaya ittiği görülüyor. Rusya’nın ilk tepkisi, Tahıl Anlaşması’ndan çekilmek oldu. Rusya’nın bu kararında, yine Batı’nın yani ABD güdümündeki NATO’nun yönlendirmesi ve teşviki ile Ukrayna’nın savaşı Rusya topraklarına hatta Moskova yakınlarına taşımasının da etkisinin olduğu kuşkusuz. Belki hala bazıları, Erdoğan’ın Putin ile görüntüdeki dostluğunu düşünerek, gelişmelerin Türkiye’ye önemli bir etkisi olmayacağını ileri sürebilirler. Bu büyük bir yanılgı olur. Nitekim oldu da.
Montrö Sözleşmesi üzerinde yeni oyun
Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilmesi, ABD’ye ve peşinden sürüklediği AB-NATO üyelerine, Ukrayna buğdayının Türk Boğazları’ndan geçip, geleneksel pazarlarına ulaşması kisvesi altında, Montreux (Montrö) Sözleşmesi’ni yine bir etkisiz kılma fırsatı vermiş olduğu görülüyor. Her ikisi de alelacele NATO ve AB üyesi yapılmış olan Bulgaristan ve Romanya’nın karasuları ve ekonomik bölgeleri ile birbirine ve nihayet Türk Boğazları’na bağlanması, bu koridorun kuzey ucunun Ukrayna karasularına açılması bu fırsatı daha da çekici kılıyor.
Nitekim Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilme kararının hemen arkasından, Ukrayna tahılının, Romanya ve Bulgaristan karasularını, oradan da Türk karasularını izleyerek Boğazlar’a ulaşması senaryosu üzerinde çalışıldığı anlaşılıyor. Ben bu senaryonun önceden hazırlandığını hatta yaşama geçirilebilmesi için Rusya’nın Tahıl Anlaşması’ndan çekilmesini çabuklaştıracak, kışkırtıcı eylemler yapıldığını söylemenin de çok yanlış olmayabileceğini düşünüyorum. Belki de yanılıyorumdur.
Tahıl naklinde kullanılabileceği düşünülen bu koridor, Karadeniz’deki Rus varlığının yok sayılması gibi ancak ya çok bilgisizlerin veya bir büyük savaş çıkarmaya çalışanların aklına gelebilecek bir düşüncedir. Kanımca hem uygulanması çok zor hem de Batı ile Rusya arasında büyük bir çatışmaya giden yolun ilk adımlarından birisidir.
Türkiye’yi bekleyen tehlike.
Nitekim bu senaryonun eyleme geçirilmesi halinde Rusya’nın nasıl bir tutum alacağı, Rus donanmasının, Palau bandıralı, sahibi Türk “Şükrü Okan” kuru yük gemisini silah zoruyla durdurması ve gemiye girerek, arama yapması ile açıklığa kavuşmuş olmak gerekir. Rusya, “Karadeniz’de benim istemediğim işler yapılamaz.” mesajını açıkça vermiştir.
Batı’nın, üyesi olduğumuz NATO’nun bu senaryoyu uygulamakta direnmesi, öncelikle Montrö Sözleşmesi’ni tartışmaya açacaktır. Boğazlar’da denetim mutlak yetkisini, Tahıl Anlaşması çerçevesinde BM ile paylaşarak, ciddi bir hata yapmış olan Türkiye, ortada bu örnek de dururken, Rusya’nın Boğaz trafiğini Türk Boğazları dışında, Karadeniz’de bizzat denetlemesine karşı çıkması kolay değildir. Rusya’nın “Şükrü Okan” gemisine müdahalesi Türkiye’ye bir mesajı da vermekte, Batı’nın peşinden gitmesinin olası sonuçları konusunda uyarmaktadır. Bu yabana atılacak bir uyarı değildir.
Türkiye’nin içine düştüğü açmaz.
Hep yazıp, söylüyorum. Montrö Sözleşmesi, Türkiye’nin istemediği bir savaşa girmesini önleyen çok etkili bir araçtır. Batı’nın (ABD’nin), Tahıl Anlaşması veya benzeri başka düzenlemeleri bahane ederek, Montrö Sözleşmesi’ni etkisiz kılma çabaları Türkiye’yi, hiç beklemediği bir anda, en azından Karadeniz’de Rusya ile karşı karşıya getirebilir. Diğer taraftan Montrö Sözleşmesi bugün en az Türkiye kadar, belki daha da çok Rusya’nın güvenliği için önem kazanmıştır. Bu nedenle Rusya’nın, Montrö Sözleşmesi’nin hangi nedenle olursa olsun, yürürlükten kalkmasını, etkisiz hale gelmesini bütün gücüyle engellemeye çalışmasını beklemek doğru olur. Bu gerçek, Rusya’nın, Batı ile birlikte hareket etmemesi için Türkiye’yi, her olanaktan yararlanarak baskı altına almaya çalışması ile sonuçlanabilir. Bu, özellikle bugün içinde bulunduğu iç ve dış siyasi koşullar ve nihayet ekonomik durumu nedeniyle Türkiye’nin kolayca karşılayabileceği bir baskı olmayacaktır.
Rusya karşısında durum budur da Türkiye’nin, AKP iktidarı ve Erdoğan’ın konumu nedeniyle, Batı karşısında da elinin güçlü olmadığı görülüyor. Kısacası, eskilerin tabiriyle, “iki ucu pis değnek!”
Peki Türkiye’nin yanında kimse yok mu? Var tabii.
İyi şeyler de oluyor!
Geçtiğimiz hafta sonu Budapeşte'de yapılan, Dünya Atletizm Şampiyonası törenlerine hiçbir Batılı lider katılmazken, Erdoğan'ın yanı sıra Azerbaycan lideri İlham Aliyev, Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad El San, Sırbistan lideri Aleksandar Vucic, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov ve Türkmenistan lideri Serdar Berdimuhamedov da katılmışlar. Basına yansıdığı kadarıyla Türkiye ve Macaristan, Erdoğan’ın bu yıl Aralık ayında Macaristan’a yapacağı resmi ziyaret sırasında, iki ülke arasındaki 'stratejik ortaklığı!' derinleştireceklerini ilan edeceklermiş.
Burnumuzun dibinde ortaya çıkan ve bizi istemediğimiz bir savaşa sürükleyebilecek hatta III. Dünya Savaşı’na kadar varabilecek gelişmeleri okuyup, endişelenirken, Budapeşte’den gelen bu haberleri görünce eminim içiniz rahatlamıştır!