Sovyetler Birliği yıkılıp Soğuk Savaş sona erdiğinde başta Francis Fukuyama olmak üzere liberal entelektüeller sevinç çığlıkları atıyordu. Tarihin sonu gelmiş, komünizm tarihe karışmış, kazanan liberalizm olmuştu. Serbest piyasa ekonomisinin hâkim olduğu tek kutuplu dünyada herkes barış içinde olacak, savaşlar bir daha yaşanmamak üzere sona erecekti.
Fakat liberallerin rüyadan uyanmaları uzun sürmedi. Sona ermek bir kenara, savaşlar daha da arttı. Körfez Savaşı, Bosna’da yaşananlar, Kafkasya’daki karışıklıklar, Ruanda’da soykırım derken dünya Soğuk Savaş döneminden çok daha kötü bir duruma düştü.
Üstüne üstlük ABD’nin öncülüğündeki tek kutuplu dünya hayalleri de kısa süre içerisinde yok oldu. 11 Eylül saldırıları ve Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması kodlaması ile Afganistan ve Irak işgalleri yaşandı. ABD, bir zamanlar Sovyetler’e karşı beslediği köktendinci örgütlerle karşı karşıya gelmek durumunda kaldı. Aynı süreçte ekonomik ve siyasi nüfuzunu günden güne büyüten Çin ve tekrar eski günlerine dönmenin hayallerini kuran Rusya da dünyanın tek kutuplu kalacağına yönelik öngörüleri suya düşürmüş oldular.
Soğuk Savaş sürecinde, o dönemin iki büyük gücü olan ABD ile SSCB yalnızca bir defa, 1962’deki füze krizi sırasında karşılıklı savaşın eşiğine gelmiş ancak bütün gerginliğe rağmen sıcak bir çatışma baş göstermemişti. Bugün SSCB’nin çökmesinden bu yana 30 yıldan fazla zaman geçmişken, dünyanın farklı kutuplarının başını çeken ülkeler Soğuk Savaş’ta olduğundan daha kritik bir biçimde karşı karşıyalar.
Rusya-Ukrayna ve İsrail-Hamas çatışmaları, nükleer silahların kullanılma ihtimali sıfıra yakın olsa da her an geniş kapsamlı bir savaşa yol açabilecek durumdadır. Nükleer silahların kullanılma ihtimalinin az olma sebebi ise liderlerin ihtiyatlı olmaları değil, elinde nükleer silah bulunan 10’a yakın ülke olması sebebiyle bu kozu ilk kullananın, karşı bir hamleyle giderilmesi olanaksız zararlara uğrayacağı gerçeğidir.
Yarattıkları büyük trajedilerin yanında, Birinci Dünya Savaşı, eski tarz imparatorlukların tarihe karışmasına ve yerlerine cumhuriyetlerin kurulmasına vesile olmuş; İkinci Dünya Savaşı faşizm tehlikesinin bütün dünyayı egemenliği altına almasının önüne geçilmesini sağlamıştı.
Muhtemel bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın sonunda ise insanlık adına hiçbir olumlu gelişmenin sağlanamayacağı ortadadır. Çünkü günümüzün savaşmaya hazır bütün büyük devletleri, demokrasi ve insan hakları konusunda sınıfta kalmış, insanlığın yararına olacak her şeyi bir avuç azınlığın çıkarları için feda etmiş ve Aydınlanma ideallerini bir kenara bırakmış durumdadırlar.
İnsanlığı bu büyük tehlikeden kurtaracak olan ise dünya halklarının başta kendi hükumetleri olmak üzere savaş çığırtkanlarına sırtını dönmesi ve barış özlemlerini ısrarla vurgulamasıdır. Bu başarılamazsa, ne zaman sona ereceği belli olmayan karanlık bir gelecek kapımızdadır.
Fakat liberallerin rüyadan uyanmaları uzun sürmedi. Sona ermek bir kenara, savaşlar daha da arttı. Körfez Savaşı, Bosna’da yaşananlar, Kafkasya’daki karışıklıklar, Ruanda’da soykırım derken dünya Soğuk Savaş döneminden çok daha kötü bir duruma düştü.
Üstüne üstlük ABD’nin öncülüğündeki tek kutuplu dünya hayalleri de kısa süre içerisinde yok oldu. 11 Eylül saldırıları ve Samuel Huntington’un medeniyetler çatışması kodlaması ile Afganistan ve Irak işgalleri yaşandı. ABD, bir zamanlar Sovyetler’e karşı beslediği köktendinci örgütlerle karşı karşıya gelmek durumunda kaldı. Aynı süreçte ekonomik ve siyasi nüfuzunu günden güne büyüten Çin ve tekrar eski günlerine dönmenin hayallerini kuran Rusya da dünyanın tek kutuplu kalacağına yönelik öngörüleri suya düşürmüş oldular.
Soğuk Savaş sürecinde, o dönemin iki büyük gücü olan ABD ile SSCB yalnızca bir defa, 1962’deki füze krizi sırasında karşılıklı savaşın eşiğine gelmiş ancak bütün gerginliğe rağmen sıcak bir çatışma baş göstermemişti. Bugün SSCB’nin çökmesinden bu yana 30 yıldan fazla zaman geçmişken, dünyanın farklı kutuplarının başını çeken ülkeler Soğuk Savaş’ta olduğundan daha kritik bir biçimde karşı karşıyalar.
Rusya-Ukrayna ve İsrail-Hamas çatışmaları, nükleer silahların kullanılma ihtimali sıfıra yakın olsa da her an geniş kapsamlı bir savaşa yol açabilecek durumdadır. Nükleer silahların kullanılma ihtimalinin az olma sebebi ise liderlerin ihtiyatlı olmaları değil, elinde nükleer silah bulunan 10’a yakın ülke olması sebebiyle bu kozu ilk kullananın, karşı bir hamleyle giderilmesi olanaksız zararlara uğrayacağı gerçeğidir.
Yarattıkları büyük trajedilerin yanında, Birinci Dünya Savaşı, eski tarz imparatorlukların tarihe karışmasına ve yerlerine cumhuriyetlerin kurulmasına vesile olmuş; İkinci Dünya Savaşı faşizm tehlikesinin bütün dünyayı egemenliği altına almasının önüne geçilmesini sağlamıştı.
Muhtemel bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın sonunda ise insanlık adına hiçbir olumlu gelişmenin sağlanamayacağı ortadadır. Çünkü günümüzün savaşmaya hazır bütün büyük devletleri, demokrasi ve insan hakları konusunda sınıfta kalmış, insanlığın yararına olacak her şeyi bir avuç azınlığın çıkarları için feda etmiş ve Aydınlanma ideallerini bir kenara bırakmış durumdadırlar.
İnsanlığı bu büyük tehlikeden kurtaracak olan ise dünya halklarının başta kendi hükumetleri olmak üzere savaş çığırtkanlarına sırtını dönmesi ve barış özlemlerini ısrarla vurgulamasıdır. Bu başarılamazsa, ne zaman sona ereceği belli olmayan karanlık bir gelecek kapımızdadır.