Tam 64 yıl önce, 25 Kasım 1960 günü, Dominik Cumhuriyeti’nde üç genç kadın bir diktatörün gözü dönük aparatları tarafından hunharca öldürüldü. Onlar öldürüldüler ama bu cinayetler o diktatörün sonunu getirdi. Yıllar sonra Birleşmiş Milletler (BM) 25 Kasım’ı “Uluslararası Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Günü” ilan etti.
Bilmeyenler için yaşananları anlatayım da, önce bizdeki alışıldık gelişmelerden söz edeyim. BM’ye üye her ülke gibi bizde de 25 Kasım, kadın haklarını savunma örgütleri tarafından anılmak istendi. Pek çok sivil toplum kuruluşu İstanbul, Taksim’de gösteri yapmak için baş vurdu. Ancak hepsi Valilik tarafından reddedilip, isterseniz Yenikapı’da anmanızı yapın, dendi. Bunlar için Taksim Tahrir, Yenikapı Rabia Meydanları’nın aynısı. Korkma, bizim memlekette Sisi yok. Herkese ayar çeken AKP Hükümeti kadınlardan öyle tırsıyor ki hatta Taksim bağlantılı metro seferlerini bile iptal etti. Anlaşılan Emine yengemiz Cumhurbaşkanı’nı fena sindirmiş. Şaka, şaka...
Gelelim Mirabal kardeşlerin acı öyküsüne... Kasım ayının 25. günü. Yıl 1960. Dominik Cumhuriyeti’nde yaşayan Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabal isimli üç kız kardeş bir otomobil kazasında yaşamlarını kaybettiler, diye yerel bir gazetede haber yayımlandı. Habere göre kız kardeşlerin içinde bulundukları araba nasıl olduysa bir yardan aşağı yuvarlanmış ve üçü birden ölmüştü. Zamanın Dominik diktatörü Rafael Trujillo’nun yalaka gazetesi El Caribe’ye göre olay böyle cereyan etmişti. Trujillo adı verilen eli kanlı, gözü dönmüş diktatör Dominik Cumhuriyeti’nin yönetimini 30 yıl önce askeri bir darbeyle ele geçirmiş, o zamandan beri ülkeyi demir yumrukla yönetiyordu. Mirabal kardeşlerin Trujillo rejimine karşı sert muhalefet ettiklerini, hatta yer altında kurulan direniş örgütünün üyeleri olduklarını bütün Dominik kamuoyu biliyordu.
Aslında Patria, Minerva ve Maria Teresa dördüncü kardeşleri Dede gibi orta sınıf, orta halli küçük kasaba eğitimli genç kızlarmış. Babaları çiftçilik ve değirmencilikle uğraşırmış. Aile siyasetle uzaktan yakından ilgili değilmiş.
Ortanca kardeş Minerva orta öğrenimini kendi bölgesindeki katolik okulunda tamamladıktan sonra başkent Santo Domingo’ya hukuk öğrenimi için gitmiş. Tam da o sıralarda ülkesinin nasıl bir diktatorya rejimi altında yönetildiği kafasına dank etmiş.
Diktatör, ya da yalakalarının ona taktığı sıfatla “El Jefe” (Reis), ülkenin ne kadar üretim kaynağı varsa ailesi, yakınları ve kurduğu çetenin üyelerine aktarıyor, aslan payını da kendisi alıyormuş. Yani Dominik tam bir mafya çete tarafından yönetiliyormuş. Ülke o hale gelmiş ki tek parti yönetimi altına girmiş. O partinin adı da Dominik Partisi’ymiş. Tek parti devleti. Tanıdık geldi değil mi?
Bu otuz yıllık diktatorya rejiminden illallah diyen Dominik vatandaşları Trujillo rejimine baş kaldırmaya başlamışlar. Buna karşılık da Trujillo’nun özel kuvvetleri ve polisi muhalif avındalarmış. Mirabal kardeşler önceleri pek göze batmamışlar. Ama Minerva önderliğinde, üçü birden (sadece Dede katılmamış) Trujillo karşıtı yer altı örgütü üyesi olmuşlar. Önceleri Trujillo’nun istihbarat aparatları onları fark etmemişler. Üç kız kardeş yer altında direniş örgütünde çalışırken bir gün bir açıkları yakalanıp hapse atılmışlar. Ama o dönemlerde kadınlara dokunmak, hele de Dominik Cumhuriyeti ahalisinin yüzde yüzüne yakını Katolik Hıristiyan olduğu için suç kabul edildiği için kardeşler tahliye edilmiş. Ama bir kere Trujillo’nun ajanlarının mercekleri altına alınmışlar. Aradan geçen zaman içinde kardeşler bağlı oldukları örgüttteki erkeklere aşık olup evlenmişer, çocukları da olmuş.
KELEBEKLER ÖRGÜTÜ
O arada Trujillo rejimi halk üstündeki baskıyı iyice sertleştirmiş. İnsanlar sabaha karşı evlerine düzenlenen baskınlarla tutuklanıyor, hapiste ya da dışarıda olanlar esrarengiz şekilde kayboluyormuş. Derken, Mirabal kardeşlerin üçünün de kocaları hapse düşmüş. Ama, dediğim gibi Katolik inancına göre kadınlara dokunulmuyormuş. Fakat bütün aile Trujillo aparatları tarafından adım adım izleniyor, ne yaptıkları, kimlerle görüştükleri dakika dakika kaydediliyormuş.Mirabal kardeşler de bu arada boş durmuyor, yer altı direniş faaliyetlerini tüm hızıyla yürütüyorlarmış. Dominik kamuoyu, bağlı oldukları örgütün isminin İspanyolca Mariposa, yani kelebek olmasından dolayı üç kız kardeşe “Kelebekler” adını takmış.
Sözünü ettiğim 25 Kasım 1960 akşam üstü Patria, Minerva ve Maria Teresa hapishanede kocalarını ziyaret ettikten sonra evlerine dönerlerken olanlar olmuş. Karayolunda, tepelik bir yerde otomobillerinin önü Trujillo’nun aparatları tarafından kesilmiş. Aracın şoförü karga tulumba araçtan çıkarılıp anında yok edilmiş. Kadınlara önce tecavüz edilmiş, ardından olmadık işkenceler edilip öldürülmüş. Bu akıl almaz ahlaksızlığa kaza süsü verilmesi için cesetler otomobilin içine koyulup tepeden aşağı atılmış.
Dominik kamuoyu feci olayın kaza değil bir cinayet olduğunu anlamış. Üstüne üstlük bu Trujillo denen diktatör hatırlıyorum, kadın hakları savunucusu olarak kendini tanıtmıştı. Kadınlara toz kondurtmam, sözleri aklımdadır.
Her neyse... Bundan sonrasını hatırladıklarımdan yazayım. Trujillo aleyhinde gösteriler alıp yürüdü. Derken Mayıs 1961’de bir sabah yedi kişi Trujillo’nun içinde bulunduğu aracın yolunu keserek diktatörü, yakın korumaları ve şoförünü öldürdü. Ne yazık ki ülkenin normal demokratik düzene dönmesi uzun yıllar aldı. Doğaldır. 30 küsur yıl diktatörlükle yönetilen bir ülkenin düzgün zemine oturması için uzun zaman gerekir. Mirabal kardeşlerin geride kalan çocukları, direnişe karışmayı reddeden dördüncü kardeş Dede tarafından büyütüldü. Ablası Minerva’nın kızı Minou Tavarez Mirabal, Dominik Meclisi’ne milletvekili seçilip Dışişleri Bakan Yardımcısı oldu. Dede’nin oğlu Jaime David Fernandez Mirabal ise 1996-2000 arası ülkesinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev aldı.
Bu işler böyledir. Darısı, diktatörlük rejimleriyle yönetilen günümüz ülkelerinin başına!
Bilmeyenler için yaşananları anlatayım da, önce bizdeki alışıldık gelişmelerden söz edeyim. BM’ye üye her ülke gibi bizde de 25 Kasım, kadın haklarını savunma örgütleri tarafından anılmak istendi. Pek çok sivil toplum kuruluşu İstanbul, Taksim’de gösteri yapmak için baş vurdu. Ancak hepsi Valilik tarafından reddedilip, isterseniz Yenikapı’da anmanızı yapın, dendi. Bunlar için Taksim Tahrir, Yenikapı Rabia Meydanları’nın aynısı. Korkma, bizim memlekette Sisi yok. Herkese ayar çeken AKP Hükümeti kadınlardan öyle tırsıyor ki hatta Taksim bağlantılı metro seferlerini bile iptal etti. Anlaşılan Emine yengemiz Cumhurbaşkanı’nı fena sindirmiş. Şaka, şaka...
Gelelim Mirabal kardeşlerin acı öyküsüne... Kasım ayının 25. günü. Yıl 1960. Dominik Cumhuriyeti’nde yaşayan Patria, Minerva ve Maria Teresa Mirabal isimli üç kız kardeş bir otomobil kazasında yaşamlarını kaybettiler, diye yerel bir gazetede haber yayımlandı. Habere göre kız kardeşlerin içinde bulundukları araba nasıl olduysa bir yardan aşağı yuvarlanmış ve üçü birden ölmüştü. Zamanın Dominik diktatörü Rafael Trujillo’nun yalaka gazetesi El Caribe’ye göre olay böyle cereyan etmişti. Trujillo adı verilen eli kanlı, gözü dönmüş diktatör Dominik Cumhuriyeti’nin yönetimini 30 yıl önce askeri bir darbeyle ele geçirmiş, o zamandan beri ülkeyi demir yumrukla yönetiyordu. Mirabal kardeşlerin Trujillo rejimine karşı sert muhalefet ettiklerini, hatta yer altında kurulan direniş örgütünün üyeleri olduklarını bütün Dominik kamuoyu biliyordu.
Aslında Patria, Minerva ve Maria Teresa dördüncü kardeşleri Dede gibi orta sınıf, orta halli küçük kasaba eğitimli genç kızlarmış. Babaları çiftçilik ve değirmencilikle uğraşırmış. Aile siyasetle uzaktan yakından ilgili değilmiş.
Ortanca kardeş Minerva orta öğrenimini kendi bölgesindeki katolik okulunda tamamladıktan sonra başkent Santo Domingo’ya hukuk öğrenimi için gitmiş. Tam da o sıralarda ülkesinin nasıl bir diktatorya rejimi altında yönetildiği kafasına dank etmiş.
Diktatör, ya da yalakalarının ona taktığı sıfatla “El Jefe” (Reis), ülkenin ne kadar üretim kaynağı varsa ailesi, yakınları ve kurduğu çetenin üyelerine aktarıyor, aslan payını da kendisi alıyormuş. Yani Dominik tam bir mafya çete tarafından yönetiliyormuş. Ülke o hale gelmiş ki tek parti yönetimi altına girmiş. O partinin adı da Dominik Partisi’ymiş. Tek parti devleti. Tanıdık geldi değil mi?
Bu otuz yıllık diktatorya rejiminden illallah diyen Dominik vatandaşları Trujillo rejimine baş kaldırmaya başlamışlar. Buna karşılık da Trujillo’nun özel kuvvetleri ve polisi muhalif avındalarmış. Mirabal kardeşler önceleri pek göze batmamışlar. Ama Minerva önderliğinde, üçü birden (sadece Dede katılmamış) Trujillo karşıtı yer altı örgütü üyesi olmuşlar. Önceleri Trujillo’nun istihbarat aparatları onları fark etmemişler. Üç kız kardeş yer altında direniş örgütünde çalışırken bir gün bir açıkları yakalanıp hapse atılmışlar. Ama o dönemlerde kadınlara dokunmak, hele de Dominik Cumhuriyeti ahalisinin yüzde yüzüne yakını Katolik Hıristiyan olduğu için suç kabul edildiği için kardeşler tahliye edilmiş. Ama bir kere Trujillo’nun ajanlarının mercekleri altına alınmışlar. Aradan geçen zaman içinde kardeşler bağlı oldukları örgüttteki erkeklere aşık olup evlenmişer, çocukları da olmuş.
KELEBEKLER ÖRGÜTÜ
O arada Trujillo rejimi halk üstündeki baskıyı iyice sertleştirmiş. İnsanlar sabaha karşı evlerine düzenlenen baskınlarla tutuklanıyor, hapiste ya da dışarıda olanlar esrarengiz şekilde kayboluyormuş. Derken, Mirabal kardeşlerin üçünün de kocaları hapse düşmüş. Ama, dediğim gibi Katolik inancına göre kadınlara dokunulmuyormuş. Fakat bütün aile Trujillo aparatları tarafından adım adım izleniyor, ne yaptıkları, kimlerle görüştükleri dakika dakika kaydediliyormuş.Mirabal kardeşler de bu arada boş durmuyor, yer altı direniş faaliyetlerini tüm hızıyla yürütüyorlarmış. Dominik kamuoyu, bağlı oldukları örgütün isminin İspanyolca Mariposa, yani kelebek olmasından dolayı üç kız kardeşe “Kelebekler” adını takmış.
Sözünü ettiğim 25 Kasım 1960 akşam üstü Patria, Minerva ve Maria Teresa hapishanede kocalarını ziyaret ettikten sonra evlerine dönerlerken olanlar olmuş. Karayolunda, tepelik bir yerde otomobillerinin önü Trujillo’nun aparatları tarafından kesilmiş. Aracın şoförü karga tulumba araçtan çıkarılıp anında yok edilmiş. Kadınlara önce tecavüz edilmiş, ardından olmadık işkenceler edilip öldürülmüş. Bu akıl almaz ahlaksızlığa kaza süsü verilmesi için cesetler otomobilin içine koyulup tepeden aşağı atılmış.
Dominik kamuoyu feci olayın kaza değil bir cinayet olduğunu anlamış. Üstüne üstlük bu Trujillo denen diktatör hatırlıyorum, kadın hakları savunucusu olarak kendini tanıtmıştı. Kadınlara toz kondurtmam, sözleri aklımdadır.
Her neyse... Bundan sonrasını hatırladıklarımdan yazayım. Trujillo aleyhinde gösteriler alıp yürüdü. Derken Mayıs 1961’de bir sabah yedi kişi Trujillo’nun içinde bulunduğu aracın yolunu keserek diktatörü, yakın korumaları ve şoförünü öldürdü. Ne yazık ki ülkenin normal demokratik düzene dönmesi uzun yıllar aldı. Doğaldır. 30 küsur yıl diktatörlükle yönetilen bir ülkenin düzgün zemine oturması için uzun zaman gerekir. Mirabal kardeşlerin geride kalan çocukları, direnişe karışmayı reddeden dördüncü kardeş Dede tarafından büyütüldü. Ablası Minerva’nın kızı Minou Tavarez Mirabal, Dominik Meclisi’ne milletvekili seçilip Dışişleri Bakan Yardımcısı oldu. Dede’nin oğlu Jaime David Fernandez Mirabal ise 1996-2000 arası ülkesinin Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görev aldı.
Bu işler böyledir. Darısı, diktatörlük rejimleriyle yönetilen günümüz ülkelerinin başına!