Christopher Nolan son çalışması Oppenheimer ile “film sinemada izlenir” savına güçlü bir örnek vermesinin yanı sıra “atom bombasının babası” olarak tarihe geçen Robert Oppenheimer biyografik detaylarıyla çok önemli bir tarihsel kesiti beyazperdeye taşıyor.
İkinci Dünya Savaşı sırasında New Mexico, Los Alamos’ta ordu tarafından yönetilen Manhattan Projesinin kilit ismi Oppenheimer, yüksek dehasıyla herkesin önüne geçen, Albert Einstein ile kuramlarını tartışan ünlü fizikçi. Deha seviyesindeki bilgi ve tutkusu onu atom bombası yaratma hırsına yönelttiğinde, böyle bir bombanın kıyamete varacak sonuçlarına kayıtsız kalıyor. Atom bombasının “gelmiş geçmiş en korkunç kitlesel soykırım” silahı olacağı gibi uyarıları dinlemekle beraber “ben kuramcıyım” diye vicdanını temize çıkarmayı tercih ediyor.
Tarihin akışı ise bildiğimiz gibi tam tersini kanıtlıyor. 16 Temmuz 1945, Oppenheimer liderliğinde ilk atom bombası denemesinin yapıldığı tarih. Teoriden pratiğe geçildiğinde olayın ne denli korkunç olduğunu farkeden Oppenheimer, atom bombası konusunda daha tedbirli olmayı düşünürken, tam bir ay sonra Hiroşima ve Nagazaki’nin atom bombası ile yok edilmesi ve tarihin en büyük kıyımlarından birinin mucidi olması gerçeği ile yüzleşiyor.
Oppenheimer 1947’den itibaren vicdanını aklamaya ve kendi ifadesiyle “ellerindeki kanı” durdurmaya çabalıyor, ama nafile. Üstelik nükleer yayılmayı durdurma çalışmalarına ağırlık verince bir anda ulusal kahramandan “Sovyet casusu” konumuna yerleştiriliyor.
Yönetmen Nolan düz anlatımı sevmeyen bir yönetmen, bu filmde de aynı yolu seçiyor ve çok yoğun bir tarihsel hikayeyi tarihsel sıçramalı şekilde anlatıyor. Oysa düz ilerleyen bir kurgu tercih edilmemesi filmin içeriğinin etkisini zayıflatıyor. Oppenheimer’ın yükselişi, düşüşü ve kendi içinde yaşadığı vicdan muhasebesi, düz bir anlatımla bu yolculuğu ana kahramanla birlikte yapacak seyirciyi çok daha derinden etkilerdi. Bence Oppenheimer filminin tek zayıf halkası kurgusal tercih, sürekli geriye dönüş ve ileriye sıçramalar ana mesajın gücünü zayıflatıyor; teknik oyunlar hikayenin üstüne çıkıyor.
Elbette Oppenheimer çok önemli bir film, bu yaz sinemaya gitmek için yeterli bir sebep. Dünya tarihini tamamen değiştiren en karanlık, en korkunç vicdan muhasebesi: Enerji-Paradoks ve Kaos.
İkinci Dünya Savaşı sırasında New Mexico, Los Alamos’ta ordu tarafından yönetilen Manhattan Projesinin kilit ismi Oppenheimer, yüksek dehasıyla herkesin önüne geçen, Albert Einstein ile kuramlarını tartışan ünlü fizikçi. Deha seviyesindeki bilgi ve tutkusu onu atom bombası yaratma hırsına yönelttiğinde, böyle bir bombanın kıyamete varacak sonuçlarına kayıtsız kalıyor. Atom bombasının “gelmiş geçmiş en korkunç kitlesel soykırım” silahı olacağı gibi uyarıları dinlemekle beraber “ben kuramcıyım” diye vicdanını temize çıkarmayı tercih ediyor.
Tarihin akışı ise bildiğimiz gibi tam tersini kanıtlıyor. 16 Temmuz 1945, Oppenheimer liderliğinde ilk atom bombası denemesinin yapıldığı tarih. Teoriden pratiğe geçildiğinde olayın ne denli korkunç olduğunu farkeden Oppenheimer, atom bombası konusunda daha tedbirli olmayı düşünürken, tam bir ay sonra Hiroşima ve Nagazaki’nin atom bombası ile yok edilmesi ve tarihin en büyük kıyımlarından birinin mucidi olması gerçeği ile yüzleşiyor.
Oppenheimer 1947’den itibaren vicdanını aklamaya ve kendi ifadesiyle “ellerindeki kanı” durdurmaya çabalıyor, ama nafile. Üstelik nükleer yayılmayı durdurma çalışmalarına ağırlık verince bir anda ulusal kahramandan “Sovyet casusu” konumuna yerleştiriliyor.
Yönetmen Nolan düz anlatımı sevmeyen bir yönetmen, bu filmde de aynı yolu seçiyor ve çok yoğun bir tarihsel hikayeyi tarihsel sıçramalı şekilde anlatıyor. Oysa düz ilerleyen bir kurgu tercih edilmemesi filmin içeriğinin etkisini zayıflatıyor. Oppenheimer’ın yükselişi, düşüşü ve kendi içinde yaşadığı vicdan muhasebesi, düz bir anlatımla bu yolculuğu ana kahramanla birlikte yapacak seyirciyi çok daha derinden etkilerdi. Bence Oppenheimer filminin tek zayıf halkası kurgusal tercih, sürekli geriye dönüş ve ileriye sıçramalar ana mesajın gücünü zayıflatıyor; teknik oyunlar hikayenin üstüne çıkıyor.
Elbette Oppenheimer çok önemli bir film, bu yaz sinemaya gitmek için yeterli bir sebep. Dünya tarihini tamamen değiştiren en karanlık, en korkunç vicdan muhasebesi: Enerji-Paradoks ve Kaos.