“Genellikle Araplar bizim İslam kardeşliğimizi kendi davaları için kullanmak isterler. Ama Kıbrıs Türk devletini tanımazlar. Bütün Arap memleketleri, Hatay üzerinde hâlâ hak iddia ederler. Son olarak Irak meselesinde Iraklılar bize yakın mı diye tartıştık, bu hayaldir bence. Belki Amerikalılardan daha çok düşman saydılar bizi. Çünkü vaktiyle biz onları idare etmişiz. Aslında Magrip’ten Irak’a kadar Arap ülkeleri, haçlılara karşı bugünkü varlıklarını Türklere borçludur.”
Bu sözler sıradan birine değil, Prof. Halil İnalcık’a ait.
Tarihçilerin Kutbu kitabında Prof. İnalcık, “ensar” diye neredeyse dokunulmazlık zırhına büründürülen Suriyeliler başta olmak üzere diğer Arap ülkeleriyle ilgili tarihi gerçekleri anlatır.
Ne yazık ki, Prof. İnalcık’ın anlattığı tarihle, dizilerden öğrenilen “alternatif tarih” arasındaki fark giderek açılıyor.
“Mısır ve Suriye’de, Türk düşmanlığı oluşmuştur. Koloni devrinden bu. l. Dünya Harbi’nden sonra Fransa, İngiltere aldı oraları ve onlar Türk devrini gayet kötü olarak tanıttılar.”
“Her Arap devleti milliyetçidir, eğer bize bir yakınlık gösterirlerse, İslam birliği-kardeşliği değil, bizi uydu yapmak için yaklaşırlar.”
“Türkler (Selçuklu devleti, Osmanlı devleti), İslam dünyasının egemenliğini ele aldılar. Onu da unutmazlar. İmparatorluğun son zamanlarında Meclis-i Mebusan’da bir Arap fırkası vardı, bağımsızlık istiyordu. Biliyorsunuz, Mekke Osmanlı himayesinde, Mekke Şerifi Hüseyin’in hıyanetini, İngilizlerle bir olmasını, yani Araplarla İslam temelinde bir kardeşlik, bir dayanışma hayaldir. Bazıları gündeme getiriyor, bu olmaz.”
“Büyük devletlerin Ortadoğu’da büyük menfaatleri var, evvela petrol meselesi… Buradaki Arap devletlerini kendilerine bağımlı tutmak istiyorlar. Hükümetleri kukla hükümet… İsrail’i ne pahasına olursa olsun desteklerler. Amerika ve batı, bilhassa buradaki petrol kaynakları nedeniyle bağımlı hükümetler yaratıyor bölgede. Bu hükümetler arasında en kuvvetli durumda olanı, en bağımsız hareket edeni Türkiye’dir. Türkiye’yi bağımlı tutmak için – Amerika olsun Avrupa olsun- Kürt meselesine çomak sokuyor. Mesela bugün Irak savaşından sonra açıkça ortaya çıktı; Amerika bizim hemen güney hududumuzda açıkça bir Kürt devletinin altyapısını hazırladı.”
Bunlar da Prof. İnalcık’ın, Araplarla ilgili değerlendirmeleri.
Prof. İnalcık, Arapların, Türk devrini, “sömürü ve baskı” dönemi olarak anlattıklarını ancak güçlü donanmaları ve ateşli silahları ile hacıları öldüren, Akdeniz ve Hint yolunu keserek tüm ticareti ele geçiren, Medine’ye girmeyi planlayan Portekizlilere karşı Arapların, 1500’lerde, Türkleri yardıma çağırmalarını hatırlamak istemediklerini anlatır.
“Portekizliler, 1500’den başlayarak, Hindistan-Ortadoğu ticaretini baltaladılar ve ticareti kendi tekelleri altına almak için mücadele ettiler. Bu ticaretin Yakındoğu’ya iki büyük yolu vardı, birincisi Basra Körfezi, öteki Kızıldeniz. Vasco da Gama gelmeden önce bu ticaret, Ortadoğu’da servet kaynağıydı. Avrupa, baharatı ve diğer Hint eşyalarını Kahire, İskenderiye, Beyrut, Tripoli gibi şehirlerden alırdı; bu şehirler çok gelişmiş şehirlerdi. Mekke ve Medine’ye Hindistan’dan, Endonezya’dan, Sumatra’dan Müslüman hacılar geliyor; Portekizliler bu ticareti baltalamak için korkunç önlemlere başvuruyorlardı. Ne yapıyorlardı biliyor musunuz?
“Bu bilgiyi onların kendi literatüründen öğreniyoruz. Müslümanlara ait gemileri zapt ediyorlar. Hacıları yakalayıp, burunları kulaklarını kesip çuvallara dolduruyor ve Kahire’ye, Arabistan’a gönderiyorlar. Dehşet vermek için. Portekizlilerin karavel denilen yüksek bordalı gemileri var; Müslüman gemiler o gemilere ve ateşli silahlara karşı koyamıyor. Portekizliler kıyılarda küçük kaleler yaparak, her kaleye elli-yüz kişi yerleştirerek bütün Hint Okyanusu’nu kendi kontrolü altına alıyorlar, Lizbon, Avrupa-Hint ticaretinin merkezi haline geliyor; kuzeyde Anvers yoluyla tüm Avrupa’ya bu malları gönderiyorlar.”
“Basra Körfezi’nde Hürmüz’ü aldılar 1509’da, Kızıldeniz’e girdiler, Cidde’yi alıp Medine’ye girmeyi, Hz. Muhammed’in mezarına zarar vermeyi planladılar.”
“İslam’a karşı böyle korkunç planları vardı Portekiz’in. İslam dünyası, Araplar, Hintliler, ateşli silahlar karşısında bir şey yapamıyorlar. İşte o zaman ateşli silahlarda dünyada en ileri milletlerden birisi olan Osmanlılardı. Dehşete kapılan Müslüman devletleri, Osmanlı sultanı ll. Beyazid’e, ‘donanma, ateşli silahlar gönderin’ diye yalvardı. Türkler, daha Selim Kahire’ye girmeden, 1509’da Süveyş’te bir tersane kurdu, bir donanma yaptı. Osmanlı denizcileri, özel askerler, bölgede etkili olmaya başladı.”
“Yani İslam dünyası Portekizlilere karşı himaye için gözlerini Osmanlılara çevirmişti. Modern Arap tarihlerinde bundan hiç bahsetmezler, aksine Türk devri bir sömürü ve baskı devri olarak okutulur.”
“Selim gelince, Arap dünyası Osmanlıları bir kurtarıcı gibi karşıladı; ateşli silahları olan bu kuvvetli Müslüman imparatorluğu bizi koruyabilir, diyorlardı.”
“Araplar Osmanlı padişahını tanıdılar; Hâdim-ül Haremeyn-iş Şerîfeyn, yani Mekke ve Medine’nin hizmetkârı. Hilafet yok o zaman daha… İşte Araplarla münasebetlerimiz böyle başladı ve 1521’den sonra Hint denizinde Osmanlılar, donanmalarıyla Portekizlilerin karşısına çıktı ve tekrar eski ticaret, Ortadoğu- Hint ticareti canlandı. Bu ticaretin doruk noktasına erişmesi 1550-1560 yıllarındadır.”
“Bugün Kuzey Afrika’da Müslüman devletleri varsa, Osmanlılar sayesindedir.”
Bu sözler sıradan birine değil, Prof. Halil İnalcık’a ait.
Tarihçilerin Kutbu kitabında Prof. İnalcık, “ensar” diye neredeyse dokunulmazlık zırhına büründürülen Suriyeliler başta olmak üzere diğer Arap ülkeleriyle ilgili tarihi gerçekleri anlatır.
Ne yazık ki, Prof. İnalcık’ın anlattığı tarihle, dizilerden öğrenilen “alternatif tarih” arasındaki fark giderek açılıyor.
“Mısır ve Suriye’de, Türk düşmanlığı oluşmuştur. Koloni devrinden bu. l. Dünya Harbi’nden sonra Fransa, İngiltere aldı oraları ve onlar Türk devrini gayet kötü olarak tanıttılar.”
“Her Arap devleti milliyetçidir, eğer bize bir yakınlık gösterirlerse, İslam birliği-kardeşliği değil, bizi uydu yapmak için yaklaşırlar.”
“Araplarla İslam temelinde kardeşlik hayal”
“Türkler (Selçuklu devleti, Osmanlı devleti), İslam dünyasının egemenliğini ele aldılar. Onu da unutmazlar. İmparatorluğun son zamanlarında Meclis-i Mebusan’da bir Arap fırkası vardı, bağımsızlık istiyordu. Biliyorsunuz, Mekke Osmanlı himayesinde, Mekke Şerifi Hüseyin’in hıyanetini, İngilizlerle bir olmasını, yani Araplarla İslam temelinde bir kardeşlik, bir dayanışma hayaldir. Bazıları gündeme getiriyor, bu olmaz.”
“Büyük devletlerin Ortadoğu’da büyük menfaatleri var, evvela petrol meselesi… Buradaki Arap devletlerini kendilerine bağımlı tutmak istiyorlar. Hükümetleri kukla hükümet… İsrail’i ne pahasına olursa olsun desteklerler. Amerika ve batı, bilhassa buradaki petrol kaynakları nedeniyle bağımlı hükümetler yaratıyor bölgede. Bu hükümetler arasında en kuvvetli durumda olanı, en bağımsız hareket edeni Türkiye’dir. Türkiye’yi bağımlı tutmak için – Amerika olsun Avrupa olsun- Kürt meselesine çomak sokuyor. Mesela bugün Irak savaşından sonra açıkça ortaya çıktı; Amerika bizim hemen güney hududumuzda açıkça bir Kürt devletinin altyapısını hazırladı.”
Bunlar da Prof. İnalcık’ın, Araplarla ilgili değerlendirmeleri.
Türk devri “sömürü ve baskı” dönemi miydi?
Prof. İnalcık, Arapların, Türk devrini, “sömürü ve baskı” dönemi olarak anlattıklarını ancak güçlü donanmaları ve ateşli silahları ile hacıları öldüren, Akdeniz ve Hint yolunu keserek tüm ticareti ele geçiren, Medine’ye girmeyi planlayan Portekizlilere karşı Arapların, 1500’lerde, Türkleri yardıma çağırmalarını hatırlamak istemediklerini anlatır.
“Portekizliler, 1500’den başlayarak, Hindistan-Ortadoğu ticaretini baltaladılar ve ticareti kendi tekelleri altına almak için mücadele ettiler. Bu ticaretin Yakındoğu’ya iki büyük yolu vardı, birincisi Basra Körfezi, öteki Kızıldeniz. Vasco da Gama gelmeden önce bu ticaret, Ortadoğu’da servet kaynağıydı. Avrupa, baharatı ve diğer Hint eşyalarını Kahire, İskenderiye, Beyrut, Tripoli gibi şehirlerden alırdı; bu şehirler çok gelişmiş şehirlerdi. Mekke ve Medine’ye Hindistan’dan, Endonezya’dan, Sumatra’dan Müslüman hacılar geliyor; Portekizliler bu ticareti baltalamak için korkunç önlemlere başvuruyorlardı. Ne yapıyorlardı biliyor musunuz?
“Bu bilgiyi onların kendi literatüründen öğreniyoruz. Müslümanlara ait gemileri zapt ediyorlar. Hacıları yakalayıp, burunları kulaklarını kesip çuvallara dolduruyor ve Kahire’ye, Arabistan’a gönderiyorlar. Dehşet vermek için. Portekizlilerin karavel denilen yüksek bordalı gemileri var; Müslüman gemiler o gemilere ve ateşli silahlara karşı koyamıyor. Portekizliler kıyılarda küçük kaleler yaparak, her kaleye elli-yüz kişi yerleştirerek bütün Hint Okyanusu’nu kendi kontrolü altına alıyorlar, Lizbon, Avrupa-Hint ticaretinin merkezi haline geliyor; kuzeyde Anvers yoluyla tüm Avrupa’ya bu malları gönderiyorlar.”
“Basra Körfezi’nde Hürmüz’ü aldılar 1509’da, Kızıldeniz’e girdiler, Cidde’yi alıp Medine’ye girmeyi, Hz. Muhammed’in mezarına zarar vermeyi planladılar.”
“İslam’a karşı böyle korkunç planları vardı Portekiz’in. İslam dünyası, Araplar, Hintliler, ateşli silahlar karşısında bir şey yapamıyorlar. İşte o zaman ateşli silahlarda dünyada en ileri milletlerden birisi olan Osmanlılardı. Dehşete kapılan Müslüman devletleri, Osmanlı sultanı ll. Beyazid’e, ‘donanma, ateşli silahlar gönderin’ diye yalvardı. Türkler, daha Selim Kahire’ye girmeden, 1509’da Süveyş’te bir tersane kurdu, bir donanma yaptı. Osmanlı denizcileri, özel askerler, bölgede etkili olmaya başladı.”
“Yani İslam dünyası Portekizlilere karşı himaye için gözlerini Osmanlılara çevirmişti. Modern Arap tarihlerinde bundan hiç bahsetmezler, aksine Türk devri bir sömürü ve baskı devri olarak okutulur.”
“Selim gelince, Arap dünyası Osmanlıları bir kurtarıcı gibi karşıladı; ateşli silahları olan bu kuvvetli Müslüman imparatorluğu bizi koruyabilir, diyorlardı.”
“Araplar Osmanlı padişahını tanıdılar; Hâdim-ül Haremeyn-iş Şerîfeyn, yani Mekke ve Medine’nin hizmetkârı. Hilafet yok o zaman daha… İşte Araplarla münasebetlerimiz böyle başladı ve 1521’den sonra Hint denizinde Osmanlılar, donanmalarıyla Portekizlilerin karşısına çıktı ve tekrar eski ticaret, Ortadoğu- Hint ticareti canlandı. Bu ticaretin doruk noktasına erişmesi 1550-1560 yıllarındadır.”
“Bugün Kuzey Afrika’da Müslüman devletleri varsa, Osmanlılar sayesindedir.”