Manşet rakamlar, yapılan araştırmaların sonucunda elde edilen veriler üzerinden toplumu bilgilendirmek için açıklanır.
Toplumun rakamları değerlendirme seviyesi, yani bilgi birikimi ve yorum gücü ne kadar zayıfsa özellikle yönetenler bu kanalı sıkça manipülatif amaçla kullanılırlar. Enflasyon, işsizlik, kişi başına düşen milli gelir ve benzeri manşet rakamlar.
Manşet rakamlar elbette ki değerlidir. Topluma bir fikir verir, yön gösterirler.
Fakat bizim gibi ekonomik, sosyal ve siyasi yapısı genel olarak sorunlu toplumlarda, manşet rakamların genelde oldukça dengesiz dağılan veri setlerinden elde ediliyor olması sorunun kaynağı olmaktadır. Genel olarak gelişmiş olarak tanımlanan ülkelerde manşet rakamların hesaplandığı veri setleri göreceli olarak daha homojendir.
Örnekler üzerinden gidecek olursak.
Kişi başına düşen milli gelir TÜİK tarafından her yıl düzenli olarak hesaplanır ve açıklanır. Örneğin “2002 yılında kişi başına düşen milli gelir 3600 Amerikan doları civarında iken, 2023 yılında 13 bin Amerikan dolarına yükselmiştir” şeklindeki bir manşet haber, okuyanları oldukça mutlu edip hatta zenginleştiklerini düşündürtebilir. Oysa bu rakamların detayı iki açıdan önemlidir. Gelir dağılımının son derece bozuk, gelir grupları arasındaki farkın uçurum olarak adlandırıldığı toplumlarda alt detayı incelenmediğinde bu çok yanıltıcı bir rakamdır. Rakamın kendisi kadar sosyal gruplara hangi oranlarda dağıldığı son derece önemlidir. Bir diğer boyutu kişi başına milli gelirimiz 11 yılda yaklaşık 3,6 kat artmışken dünya ülkeleri sıralamadaki yerimizin değişmemiş olması. Üstelik bu rakamlara ülkemizde devamlı yaşayan ve bu hesaba katılmayan nüfusu da eklersek durumun pekte iç açıcı olmadığı muhakkak. Manşet rakam harika ama alt detaylar son derece moral bozucu değil mi?
Düzenli olarak açıklanan işsizlik rakamlarından daha çok, asgari ücretle çalışan kişi sayısı veya oranındaki değişimdir önemli olan.
Enflasyon rakamlarından daha çok hayatta kalma mücadelesi veren kitlelerin hayatına dokunan ürün ve hizmetlerin fiyatındaki değişim önemlidir. Manşet rakamlarla yetinmeyip alt detaylara bakmak gerekmekte. Haber kaynaklarının da bu detaylara toplumu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek adına daha fazla yer vermesi de önemlidir elbette.
Bir otobüs durağına asılmış Türkiye’nin en büyük kütüphanesin açıldığını duyuran reklamı hiç unutamam. Koskoca reklamda ön plana çıkarılan bilgi, kütüphanenin kilometre cinsinden raf uzunluğu idi. Evet yanlış okumadınız manşet rakam raf uzunluğu idi. Bir kütüphaneye anlam ve değer katan raf uzunluğu mudur yoksa içeriği midir acaba?
Manşet rakamlarla verilen üniversite sayımız mıdır önemli olan? Yoksa üniversitelerin akademik başarısı mıdır?
Hızla sayısı artan havaalanı sayısı mıdır öncelikle bilmemiz gereken? Yoksa bu havaalanlarını kullanan yolcu sayıları ve benzeri detaylar mı?
Şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Sanırım yazımı sonlandırırken bu deyim bir çok şeyi de özetlemiş oldu.
Toplumun rakamları değerlendirme seviyesi, yani bilgi birikimi ve yorum gücü ne kadar zayıfsa özellikle yönetenler bu kanalı sıkça manipülatif amaçla kullanılırlar. Enflasyon, işsizlik, kişi başına düşen milli gelir ve benzeri manşet rakamlar.
Manşet rakamlar elbette ki değerlidir. Topluma bir fikir verir, yön gösterirler.
Fakat bizim gibi ekonomik, sosyal ve siyasi yapısı genel olarak sorunlu toplumlarda, manşet rakamların genelde oldukça dengesiz dağılan veri setlerinden elde ediliyor olması sorunun kaynağı olmaktadır. Genel olarak gelişmiş olarak tanımlanan ülkelerde manşet rakamların hesaplandığı veri setleri göreceli olarak daha homojendir.
Örnekler üzerinden gidecek olursak.
Kişi başına düşen milli gelir TÜİK tarafından her yıl düzenli olarak hesaplanır ve açıklanır. Örneğin “2002 yılında kişi başına düşen milli gelir 3600 Amerikan doları civarında iken, 2023 yılında 13 bin Amerikan dolarına yükselmiştir” şeklindeki bir manşet haber, okuyanları oldukça mutlu edip hatta zenginleştiklerini düşündürtebilir. Oysa bu rakamların detayı iki açıdan önemlidir. Gelir dağılımının son derece bozuk, gelir grupları arasındaki farkın uçurum olarak adlandırıldığı toplumlarda alt detayı incelenmediğinde bu çok yanıltıcı bir rakamdır. Rakamın kendisi kadar sosyal gruplara hangi oranlarda dağıldığı son derece önemlidir. Bir diğer boyutu kişi başına milli gelirimiz 11 yılda yaklaşık 3,6 kat artmışken dünya ülkeleri sıralamadaki yerimizin değişmemiş olması. Üstelik bu rakamlara ülkemizde devamlı yaşayan ve bu hesaba katılmayan nüfusu da eklersek durumun pekte iç açıcı olmadığı muhakkak. Manşet rakam harika ama alt detaylar son derece moral bozucu değil mi?
Düzenli olarak açıklanan işsizlik rakamlarından daha çok, asgari ücretle çalışan kişi sayısı veya oranındaki değişimdir önemli olan.
Enflasyon rakamlarından daha çok hayatta kalma mücadelesi veren kitlelerin hayatına dokunan ürün ve hizmetlerin fiyatındaki değişim önemlidir. Manşet rakamlarla yetinmeyip alt detaylara bakmak gerekmekte. Haber kaynaklarının da bu detaylara toplumu bilgilendirmek ve bilinçlendirmek adına daha fazla yer vermesi de önemlidir elbette.
Bir otobüs durağına asılmış Türkiye’nin en büyük kütüphanesin açıldığını duyuran reklamı hiç unutamam. Koskoca reklamda ön plana çıkarılan bilgi, kütüphanenin kilometre cinsinden raf uzunluğu idi. Evet yanlış okumadınız manşet rakam raf uzunluğu idi. Bir kütüphaneye anlam ve değer katan raf uzunluğu mudur yoksa içeriği midir acaba?
Manşet rakamlarla verilen üniversite sayımız mıdır önemli olan? Yoksa üniversitelerin akademik başarısı mıdır?
Hızla sayısı artan havaalanı sayısı mıdır öncelikle bilmemiz gereken? Yoksa bu havaalanlarını kullanan yolcu sayıları ve benzeri detaylar mı?
Şeytan ayrıntıda gizlidir derler. Sanırım yazımı sonlandırırken bu deyim bir çok şeyi de özetlemiş oldu.