Geçen hazirandaki genel kurulunda mütevellisine kabul edildiğim Ülke Politikaları Vakfı (ÜPV) bir düşünce kuruluşu olarak yeni çalışma döneminde muhalefete bir iktidar perspektifi altlığı sunacak içerikteki forumlar dizisinin ilkini “Demokrasi Yoluna Dönüş” ana başlığı ile 18 Kasım Cumartesi günü İstanbul’da gerçekleştirdi. İzmir’den giderek katıldığım oturumların açılış konuşmalarını CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu yaptı (Davutoğlu’nun forumdaki “Çok Partili Döneme Geçiş” başlığına gönderme yaparak değindiği Esad’la diyaloğa ilişkin yorumumu ayrı bir yazıda yapacağım. Her şeyi esaslı bir şekilde yerli yerine koymak ve ilerlemek gerektiğini düşünüyorum Suriye meselesinde çünkü). Açılış konuşmalarının ilkini Davutoğlu yaptığı için de Özel zarafet içinde kalarak ona kimi yanıtlar vermek, açıklamalar yapmak durumunda oldu konuşmasının içinde.
ANA TEMA KONUŞMASI PROF. DR.KALAYCIOĞLU’NDAN
10.30’da başlayıp öğle arası ile birlikte 17.30’a kadar süren forumda açılış konuşmaları sonrasında Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, “Seksen Yıldır Ulaşılamayan Bir Hedef: Türkiye’de Liberal Demokrasi” başlıklı bir “ana tema konuşması” yaptı. Kalaycıoğlu, 1946’dan bu yana Türkiye’nin demokrasi yolculuğunu, bu meyandaki gelişmelerini geniş bir spektrumda anlattı. Tabii aslında Atatürk’ün en başından itibaren çoğulcu fikirleri var. Nitekim ilk mecliste bile iki grup bulunuyordu. 1920’li ve 30’lu yıllarda Atatürk TCF ve SCF ile çok partili düzene geçiş denemeleri yapmıştı. Bu bağlamda Türkiye’nin çoğulcu demokrasiye doğru yolculuğunun 100 yıllık bir yolculuk olduğunu belirtmem gerekir.
İLK PANEL; “DÜNYADA DEMOKRASİYE GEÇİŞ DENEYİMLERİ”
İki bölüm halindeki forumun ilk bölümünün başlığı, “Dünyada Demokrasiye Geçiş Deneyimleri” idi. Prof. Dr. Kalaycıoğlu’nun modere ettiği panelde Prof. Dr. Özge Kemahlıoğlu Arjantin, Dr. Oya Yeğen İspanya, Prof. Dr. Hasret Dikici Bilgin Portekiz, Doç. Dr. İoannis Grigoriadis de Yunanistan’ın demokrasiye geçiş deneyimini anlattı. Bu dört ülkenin demokrasi öncesi süreci de demokrasiye geçiş süreci de gerçekten de çok farklı. Arjantin ve Yunanistan’da Falkland ve Kıbrıs adalarına ilişkin dış gelişmelerin rolü dikkat çekici. Yunanlı bilim insanı Grigoriadis’in Yunanistan’ın Albaylar Cuntası döneminin kapanışındaki Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesinin (Kıbrıs Barış Harekatı) olumlu rolüne değinmesi çok nesneldi. Hakikaten de Cumhurbaşkanı Korutürk ve Başbakan Ecevit’in öncülüğünde CHP-MSP koalisyon hükümeti döneminde gerçekleşen Kıbrıs Barış Harekatı, Yunanistan’daki faşist Albaylar Cuntası’nın da fişini çekmiş, demokrasiye geçişin bir yerde ebeliğini yapmıştır. Dr. Yeğen, İspanya’nın sancılı 1936-39 arasındaki iç savaşını ve ardından yaşanan uzun ve hiç bitmeyecek gibi Franco faşist diktatörlük dönemini ayrıntılarıyla anlattı. 1975’te Franco’nun ölümüyle kademeli şekilde gelişen monarşik parlamenter dönem ve step step demokrasiye yumuşak geçiş süreci İspanya’da farklı bir deneyim. Prof. Dr. Bilgin, Portekiz’deki iyi bildiğim Karanfil Devrimi’ni çok güzel anlattı doğrusu. Portekiz’deki 1942’den 68’e kadar süren uzun Salazar faşizmine son veren Karanfil Devrimi’nin özelliği, asker eliyle gelmesi ve adını tüfeklerin namlusuna spontan şekilde takılan karanfillerden alması. Evet, birçok ülkede asker eliyle faşist darbeler yapılır ve diktalar kurulurken Portekiz’de demokrasiye namlunun ucuyla geçildi 1974 Nisanı’nda! Çok ilginçtir; Portekiz’deki Karanfil Devrimi’nin isim anası olan Celeste Caeiro devrimin 50. yılında, ÜPV’nin forumunda adı Prof. Bilgin tarafından anıldıktan bir gün sonra yaşamını yitirdi! Celeste genç bir garson kadındı. İşletmesinin birinci yılında müşterilere dağıtılmak üzere karanfiller almıştı patronu. Ancak kentteki karışıklıklar birinci yıl kutlamasını iptal etti, dükkan açılmadı. Celeste de Lizbon’da bir askerin tüfeğinin namlusuna taktı bir karanfili ve bunu gören diğer askerler de namlusuna karanfilleri taktı. Böylece devrim Karanfil Devrimi olarak anıldı ve Celeste de isim anası oldu devrimin. 91 yaşında hayata gözlerini yuman Celeste’nin belgeseli yapılmıştı ve devrimi 50. yıl kutlamalarına da torununun sürdüğü tekerlekli sandalye ile katılmıştı geçen nisan ayında. Bu arada şuna da değinmeden olmaz; Türkiye’de de monarşiye son verip Cumhuriyeti kuranlar, Cumhuriyet devrimini gerçekleştirenler Mustafa Kemal Paşa öncülüğündeki sivilleri de yanına alan askerlerdi. Malum, Mustafa Kemal Paşa, bilahare askerlerin ya tamamen asker ya da ayrılıp tamamen sivil olmasını istedi ve bunun üzerine sivil görevde olmak isteyenler askerlikten ayrıldı.
İKİNCİ PANEL; “TÜRKİYEDE DEMOKRASİYE GEÇİŞ DENEYİMLERİ”
“Demokrasi Yoluna Dönüş” ana başlıklı forumda ÜPV Başkanı Doğan Subaşı’nın yönettiği ikinci panelin başlığı ise “Türkiye’de Demokrasiye Geçiş Deneyimleri” idi.
Prof. Dr. Sabri Sayarı “Çok Partili Döneme Geçiş”, Prof. Dr. İlter Turan “1960 Darbesi ve Sonrası”, Doç. Dr. Berk Esen “1980 Darbesi ve Sonrası”, Doç. Dr Mert Moral de “”Mukayeseli Dünya Örnekleri” başlıkları altında konuştu.
Şu notu da düşeyim; bu panelde “12 Mart” başlığı açılabilir, hatta Moral’in başlığı yerine 12 Mart Muhtırası ve ardından gelen ara rejim süreci işlenebilirdi.
Prof. Dr. Sayarı’nın konuşmasında İnönü ile Heybeliada’daki evinde genç bir öğrenciyken yaptığı görüşmeyi naklettiği anlar çok önemliydi. Sayarı, İnönü’nün şunları söylediğini aktardı:
“Atatürk ile birlikte Cumhuriyeti kurarken en başından tek parti rejiminin değişeceğini öngördük. Uygun bir zamanda bunun olmasını düşündük. 1920-30’larda olamadı, siyasi İslam endişesi vardı. Kadın haklarını tasvip etmeyen bir iktidar geldiğinde bu alandaki gelişmelerin heba olmasını istemedik. Batının talepleri vb. yüzünden değil, zamanı geldiğini düşünerek 1946’da çok partili rejime geçtik.”
Tabii, 1950’de İnönü’nin seçimi kaybettiğinde “en büyük yenilgisini en büyük zaferi” olarak tanımlaması meseleye bakışını, çok partili demokrasiye inancını ortaya koyuyor. Keşke 1957’de iktidardaki DP güçbirliğini (ittifak) yasaklamasa, iktidar sandıkta değişse ve ardından yaşanan gelişmeler cereyan etmeseydi diye düşünmüşümdür. Çünkü, CHP-HP-CMP ittifakı seçim sonuçlarına bakıldığında 51’i buluyordu hatta sinerji oluşturup daha da fazla olabilirdi. DP ise 47’de kaldı.
Doç. Dr. Esen’e, katıldığım tanımıyla “seçimli otoriter sitemin bu kadar uzun sürmesinde muhalefetin hatası var mı?” diye sorduğumda “evet” yanıtını aldım. Kılıçdaroğlu’nun riskli bir aday olduğunu, kazanmaya daha elverişli adaylar olduğunu vurguladı. Nitekim, Ekrem İmamoğlu, 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turunun gecesinde sonuç ortaya çıkar çıkmaz “ülkedeki değişim için önce partideki değişimin şart olduğunu” ifade ettiği biliniyor.