AKP’nin iktidara gelmesine, dolaylı da olsa 28 Şubat’ın yol açtığı konusunda bugün hemen herkes hemfikir. Gerçekten 28 Şubat AKP iktidarına giden yolların kilometre taşlarını döşedi. Ancak bunun bilerek ve isteyerek olup olmadığı sorusunun cevabı bugün halen tam anlamıyla sorulabilmiş ve üzerine tartışılabilmiş değil.
Refah Partisi 1995 seçimlerinde sadece yüzde 21 oyla birinci parti oldu. Seçimlerde merkez sağın aldığı toplam oy Refah’ın oyunun neredeyse iki katıydı. Toplamda yüzde 38’e ulaşan DYP ve ANAP’ın oyları tam ortadan bölünmüş ve iki parti de Refah’ın gerisinde kalmıştı. Aynı durum merkez solda da farklı değildi. DSP ve CHP’nin toplam oyu yüzde 25’ti ancak iki parti seçime ayrı ayrı katılınca ikisi de barajı zorlukla geçebildi.
Seçmenlerin yalnızca beşte birinin oylarını alan bir parti işte bu dağınıklık sebebiyle sandıktan birinci çıkabildi. Aslında Refah Partisi çok güçlü değildi. Merkez sağ ve merkez sol bir araya gelebilse sorun çözülecekti ancak diğer partiler aralarındaki kısır çekişmelerden bir türlü vazgeçmediler ve Necmettin Erbakan’a başbakanlık yolu açıldı.
Üstelik Erbakan başbakanlık koltuğuna otursa bile koalisyon kurmak zorundaydı. Hükümet olmak için mutlaka diğer partilere ihtiyacı vardı. Bu partiler sandıkta bir araya gelememişlerdi ama bu defa Meclis’te bir araya gelerek Refah Partisi tehlikesini ortadan kaldırabilirlerdi.
Nitekim bu yola gidildi. Ancak kurulan ANAP-DYP koalisyonu tam anlamıyla evlere şenlikti. Ağır aksak bir şekilde sadece üç ay yürüyebilen bu koalisyon artık kaçınılmaz bir biçimde Refah’ın hükümeti kurmasına yol açtı. Yeni hükümet Refah Partisi ile DYP’nin bir araya gelmesiyle, Refah’ın sandıktan birinci çıkmasının ardından ancak altı ay geçtikten sonra kurulabildi.
Refahyol’un göreve başlamasıyla da beklenen oldu. Ordu ayağa kalktı, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan kesimleri derin bir endişe kapladı ve ülke adım adım 28 Şubat’a sürüklenmeye başladı.
O günlerde hiç kimsenin aklına Refah’ın sanıldığı kadar güçlü olmadığı, arkasında yeterli halk desteğine sahip bulunmadığı, iktidara tutunabilmek için modern görünümlü bir kadın siyasetçinin liderliğini yaptığı partiyle koalisyon kurmak zorunda kaldığı gelmedi. Hiç kimse, Refahyol’un bir süre iktidarda kalıp kendi kendini yıpratabileceğini ve yavaş yavaş eriyebileceğini düşünmedi.
Çünkü ANAP-DYP koalisyonu nasıl zoraki bir birliktelikse, Refahyol da aynı şekilde zorlamayla oluşmuştu. Refah, Çiller’i Yüce Divan’la tehdit etmiş ve bu yolla masaya oturtabilmişti. Koalisyon her an dağılabilir, hükümet kurmak için girilen ucuz çıkar hesaplaşmaları, yapılan şantajlar ve tehditler Refah’ı yıpratabilirdi.
Ancak tam tersi gerçekleşti. Hükümet her yönden büyük baskı altına alındı. Bu da iktidar ortaklarının kenetlenmesine ve 28 Şubat’a yol açan büyük bir inatlaşmanın yaşanmasına sebep oldu. Bütün bunların sonucunda da mağduriyet doğdu. Sonuç, ordunun büyük baskısıyla hükümete isteklerini kabul ettirmesi, daha sonra istifaya zorlaması ve ardından Refah Partisi’nin kapatılması şeklinde gerçekleşti.
Bütün bunlar, o günlerde cumhuriyete ve laikliğe sahip çıktığını düşünen çevreleri mutlu etti. Bu çevrelerde zafer havası hâkimdi çünkü onlara göre şeriat tehlikesi ortadan kalkmıştı.
Refah’ın şeriatçı bir parti olduğu ve ülkeyi bu yola sürüklemeye çalıştığı kuşku götürmez bir gerçekti. Ancak bu arzunun toplumda güçlü bir karşılığı olmadığı da açıkça ortadaydı.
Ordunun o günlerde Refah’ın gücünün sanıldığı kadar çok olmadığını algılayamaması düşünülebilir mi? Bu, üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir sorudur. Erbakan’ın üzerine neden gereksizce gidildiğinin; en nihayetinde hükümetten düşürülen Refah’ın ve ardıllarının neden mağdur edebiyatı yapmalarına yol açıldığının cevabı ciddiyetle aranmalıdır.
Refah Partisi 1995 seçimlerinde sadece yüzde 21 oyla birinci parti oldu. Seçimlerde merkez sağın aldığı toplam oy Refah’ın oyunun neredeyse iki katıydı. Toplamda yüzde 38’e ulaşan DYP ve ANAP’ın oyları tam ortadan bölünmüş ve iki parti de Refah’ın gerisinde kalmıştı. Aynı durum merkez solda da farklı değildi. DSP ve CHP’nin toplam oyu yüzde 25’ti ancak iki parti seçime ayrı ayrı katılınca ikisi de barajı zorlukla geçebildi.
Seçmenlerin yalnızca beşte birinin oylarını alan bir parti işte bu dağınıklık sebebiyle sandıktan birinci çıkabildi. Aslında Refah Partisi çok güçlü değildi. Merkez sağ ve merkez sol bir araya gelebilse sorun çözülecekti ancak diğer partiler aralarındaki kısır çekişmelerden bir türlü vazgeçmediler ve Necmettin Erbakan’a başbakanlık yolu açıldı.
Üstelik Erbakan başbakanlık koltuğuna otursa bile koalisyon kurmak zorundaydı. Hükümet olmak için mutlaka diğer partilere ihtiyacı vardı. Bu partiler sandıkta bir araya gelememişlerdi ama bu defa Meclis’te bir araya gelerek Refah Partisi tehlikesini ortadan kaldırabilirlerdi.
Nitekim bu yola gidildi. Ancak kurulan ANAP-DYP koalisyonu tam anlamıyla evlere şenlikti. Ağır aksak bir şekilde sadece üç ay yürüyebilen bu koalisyon artık kaçınılmaz bir biçimde Refah’ın hükümeti kurmasına yol açtı. Yeni hükümet Refah Partisi ile DYP’nin bir araya gelmesiyle, Refah’ın sandıktan birinci çıkmasının ardından ancak altı ay geçtikten sonra kurulabildi.
Refahyol’un göreve başlamasıyla da beklenen oldu. Ordu ayağa kalktı, cumhuriyet değerlerine sahip çıkan kesimleri derin bir endişe kapladı ve ülke adım adım 28 Şubat’a sürüklenmeye başladı.
O günlerde hiç kimsenin aklına Refah’ın sanıldığı kadar güçlü olmadığı, arkasında yeterli halk desteğine sahip bulunmadığı, iktidara tutunabilmek için modern görünümlü bir kadın siyasetçinin liderliğini yaptığı partiyle koalisyon kurmak zorunda kaldığı gelmedi. Hiç kimse, Refahyol’un bir süre iktidarda kalıp kendi kendini yıpratabileceğini ve yavaş yavaş eriyebileceğini düşünmedi.
Çünkü ANAP-DYP koalisyonu nasıl zoraki bir birliktelikse, Refahyol da aynı şekilde zorlamayla oluşmuştu. Refah, Çiller’i Yüce Divan’la tehdit etmiş ve bu yolla masaya oturtabilmişti. Koalisyon her an dağılabilir, hükümet kurmak için girilen ucuz çıkar hesaplaşmaları, yapılan şantajlar ve tehditler Refah’ı yıpratabilirdi.
Ancak tam tersi gerçekleşti. Hükümet her yönden büyük baskı altına alındı. Bu da iktidar ortaklarının kenetlenmesine ve 28 Şubat’a yol açan büyük bir inatlaşmanın yaşanmasına sebep oldu. Bütün bunların sonucunda da mağduriyet doğdu. Sonuç, ordunun büyük baskısıyla hükümete isteklerini kabul ettirmesi, daha sonra istifaya zorlaması ve ardından Refah Partisi’nin kapatılması şeklinde gerçekleşti.
Bütün bunlar, o günlerde cumhuriyete ve laikliğe sahip çıktığını düşünen çevreleri mutlu etti. Bu çevrelerde zafer havası hâkimdi çünkü onlara göre şeriat tehlikesi ortadan kalkmıştı.
Refah’ın şeriatçı bir parti olduğu ve ülkeyi bu yola sürüklemeye çalıştığı kuşku götürmez bir gerçekti. Ancak bu arzunun toplumda güçlü bir karşılığı olmadığı da açıkça ortadaydı.
Ordunun o günlerde Refah’ın gücünün sanıldığı kadar çok olmadığını algılayamaması düşünülebilir mi? Bu, üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir sorudur. Erbakan’ın üzerine neden gereksizce gidildiğinin; en nihayetinde hükümetten düşürülen Refah’ın ve ardıllarının neden mağdur edebiyatı yapmalarına yol açıldığının cevabı ciddiyetle aranmalıdır.